|
|
 |
IĞDIRDA HALK HİKAYELERİ VE EFSANELER

MELEKLİ ŞAHMARAN TEPESİ:
Iğdır merkeze 5 km uzaklıkta İran, Nahçivan, Ermenistan, yolu üzerinde bulunan bu tepe tarihi açıdan oldukça önem arz etmektedir. Yöre halkı tarafından anlatılan efsanelere göre yılanların şahı ŞAHMARAN' ın yöre halkından olan Atebyle yaşadığı aşk bu tepede geçmiştir, ayrıca tepenin altında uçsuz bir mağara bulunmaktadır Şahmeranın yaşadığına inanılan tepe altındaki mağara 2002 yılında yüzeysel olarak üstü kapatılarak doldurulmuştur. Melekli belediyesi ve Iğdır Akut kulübü tarafından çevre düzenlemesi ve tepe üzerine Şahmeranın heykeli yapıldığı taktirde Iğdır’ın en önemli tarihi, turistik ve mesire alanlarından biri olacaktır. Tepe üzerinde yapılması planlanan sosyal tesisler sayesinde yakında açılacak olan sınır kapılarıyla birlikte ülkemize gelen yabancı turistler içinde önemli bir cazibe merkezi haline gelecektir.
HALK HİKAYELERİ:Melekli kasabasında asırlardan beri Şahmaran yani ayak kısmı yılan ve üst tarafı insan olan bir varlıktan bahsedilir durulur.peki Meleklide şahmaran efsanesi hakkında bilgiler nelerdir. Şahmaran Farsça bir kelime ve yılanların şahı anlamındaki Şah-ı Maran’dan geliyor. Şahmaran figürü bir yılan, bir ejderhadır. Baş kısmı insan olan, yılanla insanın birleşmesinden meydana gelmiş doğa üstü bir yaratıktır. Yılan figürleri genelde kötülük ya da uğursuzlukla ilişkilendirilirse de insan başlı Şahmaran, doğurganlık, bereket ve bilgeliği sembolize etmiştir. Eskilerden beri Melekli ve ığdır civarında uğur getirmesi için Şahmaran’ın resimleri kadınlar tarafından odaların duvarlarına asılırdı. Pek çok farklı versiyonda Şahmaran hikayesi bulunmaktadır ama bunlar genelde birbirlerinin benzeri olup, yer ve kişiler değişikliğe uğramaktadır.
MELEKLİDE ANLATILAN ŞAHMARAN HİKAYESİNİN ÖZETİ :
(SADDAR VE ASAL IN AŞK HİKAYESİ)
Yöre halkının inanışına göre, yılanların şahı Şahmaran, ve bütün yılanlar ığdırın Melekli Kasabası Kültepe Deliktaş mevkinde yaşarmış. Hükümdarları Şahmaran ise gözleri kilometrelerce uzağı görebilen, üstün niteliklere sahip bir yaratıkmış -Ağrı dağının dört bir yanında asırlardan beri anlatılagelen bu masal, Melekli köyünde her yaşlının ağzından bal gibi düşermiş karanlık gecelerde.
Çok eski zamanlar ağrı dağının kuzey yamacında mavisi yeşiline karışmış, uzun uzun ağaçların gölgelerini cömertçe sunduğu, türlü türlü böceklerin, çiçeklerin yaşadığı, buz gibi suların çağıldadığı aras vadisi kıyısında, şirinmi şirin, melekli diye bir köy varmış, Bu köyün kültepe mevkiinde dipsiz bir mağarada yarı insan yarı yılan aynı zamanda yılanların şahı olan bir şahmaran yaşarmış, gücünü bilgelikten alan şahmaran doğadaki tüm canlıların dilini tüm taşların tarihini bilirmiş ve bu yüzden yöre halkı onun bu gücünden çok çekinirmiş. Belden yukarısı şeytani denecek kadar büyülryici güzel bir kadın belden aşağısı son derece ürkütücü bir yılanmış. Yarı insan olduğu için kendini binlerce yılanın arasında hep yalnız hisseder insani duygularını insanoğluyla paylaşmayı arzuedermiş, hem insanları çok özler hemde onlardan kaçarmış, Şahmaran kültepe altında dipsiz bir mağarada yaşar ve binlerce yılanı emrinde çalıştırırmış, tüm yaşamını dipsiz ve karanlık bir mağarada geçiren şahmaranın en büyük düşmanı gün ışığıymış. Bir gün mağaradan dışarıyı seyrederken saddar ve asal adlı iki gencin mağara önündeki yeşillikler içerisinde ulu bir ağacın altında yaşadıkları aşka şahit olur, saddar çok sevdiği kız olan asal’a çiçeklerden taç yapar en güzel sözlerle onun yüreğine hitap edermiş. Şahmaran bu iki gencin aşklarını büyük bir merakla hergün seyreder ve yakışıklı saddarın dillerinden dökülen en güzel aşk sözlerine imrenir ve bir yandanda kıskanırmış, bu iki gencin aşkı kasabanın dillerine destanmış, öyle bir aşkmışki bu ikisi bir araya geldiğinde kudurmuş fırtınalar diner solan çiçekler tekrar yeşeririmiş. Şahmaran için mağara önünde hemen hemen her gün buluşan bu aşıkları seyretmek vazgeçilmez bir tutku olmuş, Gel zaman git zaman şahmaran saddara deli gibi aşık olur ve onu asal’dan kıskanır olmuş,
Saddar birgün asalla buluşmak için yine mağara önüne gelir beklemeye başlar, asalın geciktiğini farkeden şahmaran bunu bir fırsat bilip asal kılığına bürünüp saddar’ı mağaraya çekmeyi başarır. Mağaraya girer girmez tüm yılanlara emreder ve saddarın kendi odasına getirilmesini emreder, yakışıklı saddar şok içindedir, şahmaran ise saddara deli gibi aşıktır ve bunu nasıl söyleyeceğine bir türlü cesaret edemez, haftalarca mağarada tutsak kalan saddar asal’dan ayrı kalmaya bir gün bile dayanamzken haftalarca ayrı kalmıştır, gün geçtikçe güzelliği bozulmaya başlayan saddar şahmarana onu serbest bırakması için yalvarmaya başlar bunun üzerine şahmaran bunun mümkün olmayacağını ve kendisine deliler gibi aşık olduğunu açıklar, Saddar sevgilisi olduğunu onsuz bir an bile yaşayamayacağını açıklayarak şahmaranın ona olan sevgisini reddeder.
Asal ise hergün mağara önünde bulunan dere kenarındaki ulu ağacın altında göz yaşları akıtarak saddarı beklemektedir,
Saddar ın Asala olan bu sevgisini gün geçtikçe kıskanan şahmaran artık dayanamaz hale gelir emrindeki yılanlara asalın gizlice öldürülmesini emreder, yılanlar asal uyuduğu yerde öldürürler, şahmaran ise asalın öldüğünü öğrenmesi ve ondan umudunu kesip şahmaranı sevmesi için saddarın serbest bırakılmasını emreder, özgürlüğüne kavuşan seddar çok sevinmiştir ve şahmarana defalarca teşekkür eder şahmaran ise onu çok sevdiğini söyleyerek bir ömür bekleyeceğini söyler, mağarayı hızlı bir şekilde terkeden saddar köye vardığında asalın ölüm haberini alır. Asal’ın ölümüne bir türlü inanamayan saddar zamanla Asal’ın yıllanlar tarafından öldürüldüğünü ve bunun şahmaran tarafından yapıldığını öğrenir, saddar bunun intikamını almak için tekrar şahmaranın yanına dönmeye karar verir, şahmaran seddarın geri dönmesine çok sevinmiş, sevinmiş ama bu sevinci burukmuş biraz çünkü Asal’ın ölümu şahmaranı vicdanen rahatsız ediyordu. Ve Saddar’ın gözlerinden ona çok kızgın olduğunu hissediyordu, şahmaran saddarı alır ve gizli odasına götürür orada bimbir çeşit mücevher ve altınları saddara bahşettiğini söyler fakat Saddarın gözlerinde yine hüzün ve mutsuzluk vardır, şahmaran saddara tüm mirasını bırakır fakat bunun karşılığında saddardan ona çiçeklerden taç yapmasını ister, saddar ise bunu karşılıksız yapacağını fakat şahmarana gün ışığına çıkmasını mağara önünde bunu yapacağını ister. Şahmaran saddarın ona kötülük yapacağının bilincindedir fakat saddar ve asalın yaşadığı o güzel aşkı yok ettiği içinde verilecek her türlü cezaya hazır olacağı düşüncesindedir, saddar mağara önüne çıkar ve regarek kır çıçeklerinden bir taç yapar şahmaranı mağara önüne davet eder şahmaran mağara önüne çıkar saddar şahmarana çiçekten yaptığı tacı şahmaranın başına koymak için gözlerini kapatmasını ister, şahmaran süzgün bakışlarla herşeyi kabullenircesine gözlerini kapatır saddar tacı yerine koyar koymaz mağaranın önündeki taşlarla hızlı bir şekilde mağaranın ağzını kapatır, şahmaran ne kadar çaba sarfetsede giremez artık mağaraya ve gün ışığında erimeye başlar, ve ölmeden saddara ben senin sevgini hiçe saydım oysa tüm insanlık tüm doğa sadece sevgiyle beslenir sevginin olmadığı yerde yaşam yoktur, ben bunu hakkettim saddar diyerek gözlerini kapatır, şahmaranın öldüğünü gören diğer yılanlarda saddarı sokar ve oracıkta öldürürler
O günden beridir, o topraklarda , yoksul halkın arasında bir lokman hekim olarak almış yürümüş Şahmaran… .( MELEKLİ SAKİNLERİNDEN)

HALK HİKAYELERİ:
Melekli kasabasında asırlardan beri Şahmaran yani ayak kısmı yılan ve üst tarafı insan olan bir varlıktan bahsedilir durulur.peki Meleklide şahmaran efsanesi hakkında bilgiler nelerdir. Şahmaran Farsça bir kelime ve yılanların şahı anlamındaki Şah-ı Maran’dan geliyor. Şahmaran figürü bir yılan, bir ejderhadır. Baş kısmı insan olan, yılanla insanın birleşmesinden meydana gelmiş doğa üstü bir yaratıktır. Yılan figürleri genelde kötülük ya da uğursuzlukla ilişkilendirilirse de insan başlı Şahmaran, doğurganlık, bereket ve bilgeliği sembolize etmiştir. Eskilerden beri Melekli ve ığdır civarında uğur getirmesi için Şahmaran’ın resimleri kadınlar tarafından odaların duvarlarına asılırdı. Pek çok farklı versiyonda Şahmaran hikayesi bulunmaktadır ama bunlar genelde birbirlerinin benzeri olup, yer ve kişiler değişikliğe uğramaktadır.
MELEKLİDE ANLATILAN ŞAHMARAN HİKAYESİNİN ÖZETİ :
Yöre halkının inanışına göre, yılanların şahı Şahmaran, ve bütün yılanlar ığdırın Melekli Kasabası Kültepe Deliktaş mevkinde yaşarmış. Hükümdarları Şahmaran ise gözleri kilometrelerce uzağı görebilen, üstün niteliklere sahip bir yaratıkmış. Söylenceye göre Bir gün Atabey adlı bir genç arkadaşlarıyla Şahmaran tepe etrafında yürürken bir kuyuya düşmüş kuyuda yaşayan yılanlar Atabeyi hemen alırlar kuyunun dibinde bulunan Şahmarana götürürler, Şahmaran Atabeyle biraz konuştuktan sonra yılanlara onu öldürmesini emreder fakat Atabeyin çok yakışıklı olduğunu hisseden ve yılanlara karşı cesurca direnişini gören Şahmaran Atabeyi affeder fakat ebedi olarak kuyuda onunla yaşaması ister, gel zaman git zaman Atabey kuyuda yaşamaktan sıkılmaya başlar ve Şahmarandan onu serbest bırakmasını ister Şahmaran ise bunu asla kabul etmez çünkü Atabayi serbest bıraktığı anda insanoğlunun burayı bulacağını ve onlara zarar vereceğinin bilincindedir, gün geçtikçe Atabeyin güzelliğinin bozulduğunu ve serbest bırakılması için yalvarışlarını gören Şahmaran artık dayanamayıp deliler gibi aşık olduğu Atabeyi serbest bırakmaya karar verir ve bırakır. Atabey ise bu kuyunun sırrını ve burada gördüklerini hiç kimseye söylemeyeceğine dair söz verir ve kuyudan ayrılır, bu arada dönemin padişahı amansız bir hastalığa yakalanmıştır ve onu bu hastalıktan kurtarmanın tek yolu yılanların şahı şahmaranın etinin suyunu kaynatıp içmekten geçermiş,baş Vezir ise padişahın hastalığına en çok sevinenlerden biriymiş, çünkü onunda en büyük arzusu Şahmaran’ı bulmakmış. Şahmaran’ı bulup onun etinin suyunu içerek bilgiye kavuşmak ve böylece saraydaki hakimiyeti eline geçirmekmiş, padişahın baş veziri Atabeyin Şahmarandan haberdar olduğunun hissediyormuş, bu yüzden baş vezir Şahmaran’ı bulmak için padişahtan hemen izin istemiş padişah ise amansız hastalıktan kurtulup eski gücüne kavuşmak için hemen baş vezirine yetki vermiş, baş vezir ise Atabeyi gidip evinden aldırmış ve haftalarca işkence yaptırarak Şahmara’nın yerini söylemesini istemiş, Atabay ise konuşmamakta ısrarlı olunca vezir demişki bak Atabey biz Şahmaranı istemiyoruz padişahımız amansız bir hastalığa yakalanmış bu hastalıktan kurtulmanın tek yolu bir bitkide saklıymış var git ona söyle o bitkinin hangi bitki olduğunu desin bize Atabeyde buna inanmış ve tutmuş kuyunun yolunu Kuyunun yanına vardığında, vezirin askerleri yakalamışlar Atabeyi Meğer Atabay takip altındaymış. Atabayi alarak Sarayda bekletmişler. Beklerken ölüp ölüp dirilmiş. Ama son pişmanlık fayda etmezmiş. Şahmaran’ı altın bir tepside getirmişler. Başı gururlu ve dimdikmiş Şahmaran’ın. Atabayden başka kimseye bakmıyormuş. Gözleri sadece ve sadece ona kilitliymiş. Bir süre sessizlik olmuş. Ve sonra Şahmaran dile gelmiş… -“Ben sana bu topraklarda Aşk ölümünedir demiştim. Ve zayıf olan ölümü hak eder. Benim zayıflığım sana aşık olmamdır maalesef. Sen bana, ben de yılanlara ihanet etmiş oldum böylece. Başımın suyu zehirlidir. Bilgi kuyruğumdadır. Ceza istiyorsan zehirimi iç.” Demiş Atabay’e Bu sözlerden sonra Şahmaran oracıkta kesilmiş. İki ayrı kazan kaynamış. Zehir kazanı ve bilgi kazanı. Vezir Şahmaran’ın sözlerini dinleyerek kuyruk suyunu dikmiş başına. Atabey ise ölümden başka bir şey düşünmeden zehir dolu tası içmiş. Vezir, hemen yıkılmış, vücudunun her yerinden kanlar fışkırmaya başlamış.Atabay, içindeki yangının azar azar söndüğünü hissetmiş ve yavaşça çıkmış gitmiş saraydan. O günden beridir, o topraklarda , yoksul halkın arasında bir lokman hekim olarak almış yürümüş Şahmaran….

Boz Pişiyh
Anası oğluna ”Eye Elekber…hele çıx eşiye” diye seslendi.
Elekber evde divana uzanıp heyal qururdu.Axşam serini hele tezze tüşmüşdü.Elekber anasının sesine diyhsindi birden,divannan tüşüp çıxdı eşiğe.Baxdı ki anası oturup eyvanın pillekeninde,önündede ağzı düyümlü qara bir torba.
Anası Elekber’e;”Gel bu pişiyi azdır getsin.Apar o aşşağı meyhlelerin birine ötür.Bu pişiyhlerin elinnen dolanabilmek olmur hayatta.Zatan bununda qarnı burnundadı,böyüne sabaha balalıyar,o vaxt heç çekemmenik derdini.”dedi
Elekber orda burda çox eşitmişdi ki;”Pişiyin bığlarını yolsan,o pişiyh birde tapabilmez yolunu” diye.Elekber anasına dönüp dedi;”Ay ana,qoy ele men bunun bığlarını dibden vırım getsin,tapabilmesin birde evin yolunu.”
Elekber bele deyende anası qaşlarını endirip;”Sefeyh sefeyh danışma ey!Bele cür cür işleri hardan örgenirsiz bilmirem ki?Az danış,yeri get,gel yubanma orda burda.” dedi.
Elekber ilk okulun dördüncü sınıfını dört zayıf not ile pitirmişdi.İki günde bir oturardı dersin başına,o da ancaq Allah havarnan.Axlını vermişdi atari oyunlarına.Başınnan qalxmaq nedi bilmirdi oynun.Ağabeyisi Veli gelip,qulağının dibini şilleye vermiyene qeder oturmazdı dersinin başına.
Elekber evin son balasıydı.Veli’den yeke bir de Musa ağabeyisi varıydı.İki ağabeyiside evliydi.Musa’nın evi ayrıydı,Veli de arvadıynan hele babasının yanında qalırdı.İki otağlı evin balaca otağında yatıp qalxırdılar.
Anası Elekber’i herden bir ”Son beşiyim,evim eşiyim” diye sesliyerdi.Bunu çoğu vaxt evde qonaq olanda yapırdı.Elekber de utandığınnan pazı kimin qızarıp,qoyup qaçardı eşiye.Qonaqlar gidende de gelip anasına herslenerdi ele dedi diye.O herslenendede anasının daha da çox xoşuna giderdi.
Elekber,barmağını torbanın düyümüne ilişdirip,çıxdı kuçeye.Xırda,xırda adımlarnan sallana,sallana uzzaqlaşdı evden.
Bir müddet ilerledikten sonra iki meyhle aşşağıdaki caminin qabağında durup,yolun qırağındaki patosa baxtı;sonrada ”Ele men bu pişiyi haqqıdı atam bunun içine.Sağlam yerdi diyesen,iti qurdu da gelip ellemez torbayı.”diye fikirleşip zıqqana,zıqqana çıxdı makinanın üsdüne.Makinanın içine eyicene eyilip,züvdürdü elinnen torbayı.
Elekber qayıdıp eve gelende axşam ezanı tezze oxunurdu.Qaranlıqın hakimiyeti,yavaş,yavaş baş gösdermeye başlıyırdı qasabada.
Elekber,hayatın qapasınınnan girende gördü ki anası oturup eyvanda onu gözlüyür.
”Arxayin ol,halleledim” dedi anasına Elekber.
”Harda azdırdın pişiyi?”
”Cami hayatının qabağına bir patos eylemişdiler,onun içine saldım.”
”Be ömrü gödeyh olmamış,demirsen patosu aparıp işledeler?”
Elekber bunu heç yadına getirmemişdi.Rengi,urfu qaçtı birden.
Ama birez fikirleşdikten sonra patosun köyhne olduğu geldi yadına.Dönüp anasına;”Paton eskiydi ana,işledip elemezler,telesme.” dedi.
Bu cevap anasını heçde arhayin elemedi ama hava qararırdı diye de dala qayıtmasını da istemedi Elekber’den.
”Elese elini üzünü yu,gir eve dersine çalış” deyip girdi eve anası.
Axşam çöreyi yeyilende ne Elekber ağzını açıp bir kelime danışmışdı,ne de anası.O axşam Veli,arvadıynan getmişdi qaynatasına qonaqlığa.Elekber’in babası Sefer dayının heç bir şeyden xeberi yoxuydu.Onun heyvanlarnan arası çox eyiydi.Hele o pişiyhlerin çöreyini her gün özü öz elinnen vererdi.İneği,qoyunu yoxuydu Sefer dayının.Kômun qapısını aralayında,yeddi dene pişiyh balasıynan,üç dene de götü eyri cüce görülürdü.Zatan sefer dayıya dedesinnen qala qala iki tike yernen,bir de bu pişiyh balaları qalmışdı.Dededen qalanının üsdüne pek bir şey qoyammamışdı.Yayda o yerleri ekip piçer,evi ele geçindirerdi.
Sefer dayı durumun ferqine çoxdan varmışdı.Çünkü eve geldiği vaxtdan bu yana arvadıynan uşağının halını görürdü.İkisinin de ağzı berk,baxışları sabitiydi.
Sefer dayı arvadına ”Xeyirdi bele Refiqe,ye danışmırsız?” deye soruşdu.
Refiqe dönüp önce Elekber’e sonra da erine baxıp”Sefer,sene bir şey diyecem,yegin sen Allah herslenip eleme .” dedi.
Sefer dayı”De görüm,ne diyesen?” deye cevapladı arvadını.
Arvadı gözünü kilimin saçağına ilişdirip,dedi;”Boz pişiyi verdim Elekber’e azdırsın,o da aparıp eski bir patosun içine atıp.İndi de üreyimize qorxu tüşüp ki;patosu aparıp işledeler.”
Sefer dayı bunu eşidende hersinnen tişi bağırsağını kesdi ama heç ne ses elemedi.Görürdü ki;arvadı da uşağı da itten peşman olupdu.Sefer dayı tek ”günahı boynuna” diyebildi arvadına.
Sefer dayı ele diyende Refiqe’nin eli ayağı esim esim esdi.Dedi ”bes men neyniyim axı?Bir deyil beş deyil,hansının derdini çekim?Kôm doludu ağzına qeder pişiyhnen,eyvanda çöreyh yemeye hesretik,az qalalıllar ağzımızda ki tikeyi qaçıdalar.O pişiyhde burda balalasaydı,lap yaman güne qalardıq.
”Cehennemin dibine qalardıq!” deye sözünü kesti Sefer dayı.”Sonra da baxdı ki arvadının dili durmuyacaq,hersini yeyip;”Kâş azdırmasaydız,yazzığıydı heyvana.Her ne ise…qax çay qoy,eyvanda çay içek,üreyim darıxdı.” diye devam eledi sözüne.
Refiqe durdu ocağa teref çay qoymaya.Birden pencerenin önünnnen bir mavıltı sesi geldi.Refiqe başını tez çevirdi sesin geldiği yere.O da eriynen oğlu kimin isdiyidi ki boz pişiyin sesi olsun bu ses.Tez yumuldu perdeyi çekti.
Bir de ne görsünler?Boz pişiyh,yığıp ayaklarını götünün altına,oturup camın önünde.
Bu evde illerce toy,bayram olmuşdu ama heç belle bir şennik olmamışdı.
Uzzaqdan gören diyerdi ki;”Bunların ye ineği cüt doğup,ye de ki qurbanları qebul olup”.
Bir Melekli Masalı
Eskiden pamuk hasat zamanı sonrası kış boyunca tüm kasaba evlerinde soba üstlerinde fokur fokur kaynayan çaylar eşliğinde kozalar çekilir ve bir taraftanda yöremize ait masallar anlatılırdı.
Kasabalı kadınlar bir taraftan çaylarını yudumlarken bir taraftanda tembel kocalara gönderme yaparak masallar anlatırlardı, bu masalların başında cırttan ile dev, Şengül, mengül, tahtagül gibi masallar yer alırdı tembel kocalara vurgu yapmak için ise en çok anlatılan masallardan biride Eyhmet Nezer masalıydı bu masalı sizlerle paylaşmak istedik.

“MENİM ADIM EYHMET NEZER BİR DEYNEKTE KIRK DEV EZER”
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde develer tellalken, pireler berberken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken; ülkenin birinde bir kasaba varmış. Bu kasabanın kenar mahallelerindeki bir evde, eyhmet nezer adında bir adam karısıyla birlikte yaşarmış. Eyhmet nezer çok akıllı ve becerikli olmasına rağmen hem korkak hem çalışmaktan hoşlanmayan, tembel tembel evde oturmayı, ne buldu ise yiyip, içmeyi ve uyumayı seven biriymiş. Karısı nazo ise çok cesur ve çalışkan biriymiş, Eyhmet Nezer’in karısı, yaklaşan kışa kıtlığa karşı evde bir hazırlık olmadığını görür ve kocasının gidip eve bir şeyler kazanıp getirmesi için bir plan hazırlar. Gün boyu evde uyuyan kocasına ansızın Eyhmet Eyhmet tez dur ay kişi dışarıda gökten fetir yağır hamı topluyur tez dur sende biraz topla eve getir der. Kocası kapıya yaklaştığında arkadan iterek atar Eyhmeti dışarıya ve arkadan kilitler kapıyı. Eyhmet ise vay yandım vay öldüm ay avrat tilki dabanımı dişledi tez aç kapıyı demesine rağmen karısı inadından vaz geçmez Eyhmedin feryat figanına aldırış etmeden pencereden dışarıya kışlık erzağımızı getirmeden seni asla içeri almam eyhmet der ve perdeleri çekerek uyumaya koyulur. Karısının inadından vazgeçmeyeceğini anlayan Eyhmet Nezer sonbaharın soğuğuna dayanamaz ve uyumak için bir mekan aramaya koyulur, her adımda karısına mırıldanan Eyhmet Nezer, az gider uz gider, dere tepe düz gider ve biraz dinlenmek için kültepe mevkiinde bir taşın üstüne oturur, uyumak için etrafa göz atarken önünde bir mağaranın olduğunu görür ve geceyi geçirmek için yürür yorgun adımlarla mağaraya doğru. Karısına mırıldaya mırıldaya mağaraya yürürken mağara önünde bir tilki leşi ve bu leşin üstünde binlerce sinek olduğunu görür karısına sinirlenen eyhmet sinirinden elindeki deynekle tilki leşinin üstüne bir deynek sallar ve deyneyin üstüne yapışan onlarca sinek leşini saymaya başlar, eyhmet bir deynekle tam kırk sinek öldürdüğünü görür ve oracıkta deyneyinin üstüne “ benim adım Eyhmet Nezer bir deynekte kırk dev ezer” yazısını yazarak mağaraya girer ve sabah yola koyulmak için uyumaya başlar. Sabaha karşı mağarasına bir yabancının girdiğini gören koca bir Dev Eyhmeti görür ve kafasını oracıkta koparmak için yanına yaklaşır, birde ne görsün deynek üzerine “benim adım eyhmet nezer bir deynekte kırk dev ezer “ yazısını görür, bu kez koca dev korkuyla yaklaşmaya başlar eyhmede ve koca devin aklında eyhmetle bir olup onun gücünden yararlanıp düşmanlarını yok etme düşüncesi vardır usulca eyhmedi uyandıran koca dev hoş geldin mağarama ey adem oğlu emrinize amadeyim der. Büyük bir korkuyla uyanan eyhmet devin bu tutumu karşısında biranda kendine olan güveni artar ve sorgulamaya başlar devi. Siz kimsiniz ne ararsınız yanımda, dev ise ezik bir şekilde efendim düşmalarım tarafından tüm müzevherlerim altınlarım gasp edildi ve canımı kurtarmak için aylardır bu mağarada yaşıyorum eğer sizinle bir olursak tüm düşmanlarımızı yok eder mücevherlerimizi yeniden geri alabiliriz der. Eyhmet nezer ise korkaklığını belli etmemek için bakarız der demez dev efendim atınızı hazırlıyorum düşmala savaşa gidiyoruz der, eyhmet ise ata binmesinden bile korktuğu için koca dev o at beni taşıyamaz ben çok ağır bir insanım dev ise hemencecik orada Eyhmeti kalın bir sizcimle atın üstüne sıkıca bağlar ve yola koyulurlar, attan korkan eyhmet vay öldüm vay bayıldım sözleriyle at üstünde son suret yol almaktadır devle beraber. Yol boyunca kavak ağaçlarından birine tutunmak için elini durmadan ağaçlara atar ve sonunda tutunur bir kavak ağacına, kavak ağacının kökü çürüdüğünden ağaç bütün olarak kökünden çıkar ve eyhmedin elinde kalır, eyhmet savaş meydanına bu şekil girer ve önüne çıkan düşmanların tümü ağacın altında ezilir ve hepsi kaçmaya başlar. Savaş sonrası tüm mücevher ve altınları eyhmet nezerle paylaşan koca dev eyhmeti evine uğurlamak için vedalaşmak ister, eyhmet ise evinin çok uzakta olduğunu koca deve söyler ve ondan kendisini eve götürmesini ister. Dev ise bunu kabul ederek yola birlikte koyulurlar bir müddet gittikten sonra önlerine bir dere çıkar ve eyhmet sudanda korktuğu için devden kendisini sırtına almasını ister dev eyhmeti sırtına aldığında onun çok hafif olduğunu görür ve eyhmete ay eyhmet gardaş sen kuş kimin ağırsan nasıl olur bir deynekle kırk dev ezirsen der, eyhmet ise ben ağırlığımı salmadım üstüne salarsam imanın göyner der, dev ise eyhmetin gücünden emin olmak için bir sal görüm ağılığı görek sen hegigeten güçlüsen ya yok, eyhmette cebinden çuvaldızı çıkarır ve devin boynuna saplar koca dev ise vay yandım vay öldüm diyerek eyhmet gardaş sen Allah tez çek ağırlığını der. Uzun bir yolculuktan sonra eyhmet varmıştı devle beraber evine karısı pencereden eyhmeti gördüğünde gözlerine inanamamıştı koca bir dev sırtına almış eyhmeti ve çuvallar dolusu altın ve mücevherle eve yaklaşıyordu. Kocasını gören nazo kadın sevinerek kapıyı açar ve en güzel sözlerle eyhmeti karşılar kimin aslan eridi, kimin cesur çalışkan eridi evimin eşiyimin sahabı sen hoş gelipsen sefalar getirimsen evime huzur bereket getirimsen gir içeri menim içindeki cevheri keşfedilmemiş erim. Sonra eyhmet nezer elindeki altınlarda bir kaçını satarak kasabada Kırk gün kırk gece düğün yaptırmış, fakirleri doyurmuş. Nazo kadın sabrın ve cesaretinin mükafatını görmüş. Onlar ermiş muradına, darısı tüm cesurların ve sabırlıların başına.
ŞAHMARAN HİKAYESİ
Melekli kasabasında asırlardan beri Şahmaran yani ayak kısmı yılan ve üst tarafı insan olan bir varlıktan bahsedilir durulur.
peki Melekler Mekanı olarakta adı geçen Meleklide şahmaran efsanesi hakkında bilgiler nelerdir.
Şahmaran Farsça bir kelime ve yılanların şahı anlamındaki Şah-ı Maran’dan geliyor. Şahmaran figürü bir yılan, bir ejderhadır. Baş kısmı insan olan, yılanla insanın birleşmesinden meydana gelmiş doğa üstü bir yaratıktır. Yılan figürleri genelde kötülük ya da uğursuzlukla ilişkilendirilirse de insan başlı Şahmaran, doğurganlık, bereket ve bilgeliği sembolize etmiştir. Eskilerden beri meleklide uğur getirmesi için Şahmaran’ın resimleri kadınlar tarafından odaların duvarlarına asılırdı. Pek çok farklı versiyonda Şahmaran hikayesi bulunmaktadır ama bunlar genelde birbirlerinin benzeri olup, yer ve kişiler değişikliğe uğramaktadır.
Melekli Şahmaran’ı ise iki farklı şekilde anlatıla gelmiş. Yöre halkının inanışına göre, yılanların şahı Şahmaran, ve bütün yılanlar ığdırın Melekli Kasabası Kültepe Deliktaş mevkinde yaşarmış. Hükümdarları Şahmaran ise gözleri kilometrelerce uzağı görebilen, üstün niteliklere sahip bir yaratıkmış. Söylenceye göre Bir gün cihan şahın dünyalar güzeli kızını hamamda yıkanırken görmüş ve görür görmezde aşık olmuş. Cihan şahtan kızını istemiş ancak şah hem korktuğu hem de çirkin bulduğu için kızını Şahmaran’a vermek istememiş, Bunun üzerine Şahmaran, Şahın kızını kaçırmaya karar vermiş, Hazırlıklarını yapıp dünyalar güzeli kızın hamamda olduğu bir gün buraya gelmiş Ancak Şahın adamları durumu fark edip Şahmaran’ı oracıkta öldürmüşler.
Hükümdarlarının öldüğünü duyan tepedeki yılanlarda şehri basıp istila ederek insanlara aylarca korku vermişler ve hatta yüzlerce insanı zehirleyerek şahlarının intikamını almışlar.

DİNAZOR TEPESİ (URUSUN BUCAĞI)
Melekli Beldesinde bulunan bu ilginç kalıntı yöre halkınca urus’un bucağı yada dinazor tepe ismiyle anılan mevkide bulunmaktadır. Yöre halkı tarafından kaya dinazorla ilgili bir çok efsaneler anlatılmaktadır. Söylenceye göre urus’ un bucağı mevkide APATOSAURUS türünden bir dinazor yaşarmış ve yörede yaşayan insanlar buna kısacası urus dermiş. urus un bucağı mevkisi isminide bu dinazorun uzantısından almış, dinazor otçul ve zararsız ve yöre halkı tarafından çok sevilirmiş, Ağrı Dağının patlaması sonucu Apatosaurus püsküren lavlar altında kalarak taşlaşarak fosil haline gelmiş. Günümüzde aynı mevkide apatosaurus soyundan geldiğine inanılan iri kertenkele türleride mevcuttur. Taş dinazor etrafında bozulmamış doğal manzarasının yanı sıra çevre düzenlemesi yapıldığı taktirde ığdırın en önemli turizm cazibe merkezi haline gelecektir.
Apatosaurus: (anlamı: aldatıcı kertenkele) Jura döneminin sonunda, yani günümüzden 140 milyon yılı aşkın süre önce yaşadığı söylenmektedir otçul dev boyutlu dinazor türü.
Dinazorlarla ilgili pek çok filmde ve kitapta kullanıldığı adıyla Brontosaurus da denen bu dev boyutlu dinazora, paleontoloji uzmanları, Apatosaurus adını vermişlerdir.,,
MEŞTİ İBAT
meştibat hikayesinin doğuşu:
melekli kasabasında hacı zekerya sahur'un (mert) öz dayısı olan meştibat 19. asırda kasabanın en güzel kızlarından eşey'e aşık olur, zamanla kara sevdaya dönüşen meştibatın aşkı tüm bölgede duyulmaya başlar, güzel kız eşeyden hiç ilgi görmeyen meştibat sovyet sınırını geçerek azerbaycana gider, çok iyi bir müzisyen olan meştibat sevdiğinden ilgi görmeyince kendini tamamen müzik sanatına verir, meştibat garmon tar ve nagara gibi müzik aletlerinde bölgede en tanınmış isimler arasında yerini alır, azerbaycanda sarı ehmet biriyle düğünlerde nagara çalıp şarkı söylermiş, zamanla yaşlandığını hisseden meştibat bir müddet sonra bakü köhne bazarında bir baharatçı dükanı açarak yaşamına devam eder ve zamanla çok iyi paralar kazanan bu şahsiyet yine ığdırdaki sevdiği kız eşeye çok benzeyen gülnaz diye bir kıza gönlünü kaptırır. kendisi yaşlı olduğu halde 15 yaşındaki bir kızla evlenme çabaları köhne bazarda bulunan esnaf arkadaşları ve mahalle sakinleri tarafından esefle kınanır, gülnazı almak için büyük bir mücadele veren meştibat baküde gazetelere konu olur, bu konu azerbaycanlı ünlü yazar üzeyir hacıbeyovun dikatini çeker ve hikayeyei kaleme alır. ve zamanla azerbaycanın en güzel aşk klasikleri arasında yer alır meştibat.
meştibat doğduğu kasaba melekliyi terkettiği zaman eşey için iki mısralık bir söz söyler
eşey hanım
meni vatana hasret
senide balaya hasret
meştibat bu sözünden sonra bir daha doğduğu toprakları görmek nasip olmaz eşey hanıma ise çocuk nasip olmaz.
meştibat bir ara bakü radyosundan doğduğu kasaba halkına şöyle seslenir
''keçi kerim meleklide keçiler gene gorğoza gedirmi''
bunu duyan rus KGB liler meştibatı türk ajan olarak tutuklar ve sibiryaya sürgüne gönderir ve meştibat o günden sonra kayıptır mezarının nerede olduğunda bilinmez, meleklide bulunan akrabaları meştibatı bulmak için çok çaba sarfettiler fakat hiç bir sonuca ulaşamadılar. kasaba sakinlerinden silah ustası hacı zekarya sahur dayısının adını yaşatmak için kendi oğluna dayısının adını takmıştır. kendi oğluda dayısı gibi müzisyen ve tiyatrocudur. azerbaycan müziğini türkiyede en iyi yaşatan şahsiyetlerdendir meştibat sahur.

meştibat MERT
GIRILDIK
Tarixde tarixi bir iş görmedik,
Özümüzü öye-öye qırıldıq.
Yaltaqlana-yaltaqlana «urus»a,
Ermeniye söye-söye qırıldıq.
... Serf etmedik allah veren bir tebi,
Derk etmedik dediyimiz metlebi.
Şah İsmayıl, Qoç Koroğlu, Qoç Nebi,
Babamızdı - deye-deye qırıldıq.
Özümüzde yaratmadıq cüreti,
Millet kimi qorumadıq milleti,
elden verdik elde olan fürseti,
Dizimize döye-döye qırıldıq.
Qaçqınlığın, köçgünlüyün gününde,
Gün keçirdik toyuqların hininde,
Her namerdin, her alçağın önünde,
Başımızı eye-eye qırıldıq.
Vezifede bir alıcı quş olduq,
Üreyimiz yumşalmadı, daş olduq,
Hansımız ki bir mahalda baş olduq,
Yetim payı yeye-yeye qırıldıq.
Behmen Veten Oğlu
Gel Sevgilim
Cüceler küke yatanda gel sevgilim,
Anamgil salmanca yığanda.
Tırıs gelme, yorğa gel,
Mezar sandığın dalına gel.
İki fatiha bir kulfallahnan,
Gel sevgilim gel,
Gel sevgilim gel.
Kuçelerde yubanmadan,
Özû allahın, qılıcına vırmadan,
Üreyin dalı döymeden,
Meyhlenin arvatları bize söymeden gel.
Gel sevgilim gel,
Gel sevgilim gel.
Kâğçılar kâğa getmeden,
Deden yuxudan qaxmadan,
Sallağana itteri dalâ salmadan,
Yuxunun şirin yerinde gel.
Xeber yollama özün gel.
Gel sevgilim gel,
Gel sevgilim gel
EDEBAZ.COM
EDEBAZ.COM DAN ALINTILAR
YILDIZ FALINIZ
Qıdıx Burcu: Siz de bu inat varken ölene qeder çüreye muhtaç olacaxsız.kôtanıyzı yere ilişdirmeyin ki;birez servax olun.sizin bu inadıyızın poxuna gezegen mezegende görsenmir heç.gezegeni siyhdir et göyde dene yıldız yoxdu ay qardaş,men ne deyim indi size.gedin özüyze iş arayın.
Exrep Burcu: Özellikle ‘yay exrepleri”nin dikkatine! Bu aralar kadınlardan uzak durun. Yaz boyu kuyruğunuzda biriktirdiğiniz zehirle kime dokunsansınız balatasız gider. Sosyâl ortamlarda onu bunu az sancın, milletin sizden zeyhlesi getmesin. Paraya gelince: Torpağı deşmekden macal tapmırsız ki parayıda tapasız
boğa:birez çöl işi var size,baş-göt olsun,gör-ot olsun
ikizler:size de çırpı işi görünür.
akrep:siz de onun bunun samannığında az göt verin,yaxalasalar deriyze saman basacaklar.
terazi:size yemek işmek görünür gardaş.harayı sikipsiz?

meştibat hikayesinin doğuşu:
melekli kasabasında hacı zekerya sahur'un (mert) öz dayısı olan meştibat 19. asırda kasabanın en güzel kızlarından eşey'e aşık olur, zamanla kara sevdaya dönüşen meştibatın aşkı tüm bölgede duyulmaya başlar, güzel kız eşeyden hiç ilgi görmeyen meştibat sovyet sınırını geçerek azerbaycana gider, çok iyi bir müzisyen olan meştibat sevdiğinden ilgi görmeyince kendini tamamen müzik sanatına verir, meştibat garmon tar ve nagara gibi müzik aletlerinde bölgede en tanınmış isimler arasında yerini alır, azerbaycanda sarı ehmet biriyle düğünlerde nagara çalıp şarkı söylermiş, zamanla yaşlandığını hisseden meştibat bir müddet sonra bakü köhne bazarında bir baharatçı dükanı açarak yaşamına devam eder ve zamanla çok iyi paralar kazanan bu şahsiyet yine ığdırdaki sevdiği kız eşeye çok benzeyen gülnaz diye bir kıza gönlünü kaptırır. kendisi yaşlı olduğu halde 15 yaşındaki bir kızla evlenme çabaları köhne bazarda bulunan esnaf arkadaşları ve mahalle sakinleri tarafından esefle kınanır, gülnazı almak için büyük bir mücadele veren meştibat baküde gazetelere konu olur, bu konu azerbaycanlı ünlü yazar üzeyir hacıbeyovun dikatini çeker ve hikayeyei kaleme alır. ve zamanla azerbaycanın en güzel aşk klasikleri arasında yer alır meştibat.
meştibat doğduğu kasaba melekliyi terkettiği zaman eşey için iki mısralık bir söz söyler
eşey hanım
meni vatana hasret
senide balaya hasret
meştibat bu sözünden sonra bir daha doğduğu toprakları görmek nasip olmaz eşey hanıma ise çocuk nasip olmaz.
meştibat bir ara bakü radyosundan doğduğu kasaba halkına şöyle seslenir
''keçi kerim meleklide keçiler gene gorğoza gedirmi''
bunu duyan rus KGB liler meştibatı türk ajan olarak tutuklar ve sibiryaya sürgüne gönderir ve meştibat o günden sonra kayıptır mezarının nerede olduğunda bilinmez, meleklide bulunan akrabaları meştibatı bulmak için çok çaba sarfettiler fakat hiç bir sonuca ulaşamadılar. kasaba sakinlerinden silah ustası hacı zekarya sahur dayısının adını yaşatmak için kendi oğluna dayısının adını takmıştır. kendi oğluda dayısı gibi müzisyen ve tiyatrocudur. azerbaycan müziğini türkiyede en iyi yaşatan şahsiyetlerdendir meştibat sahur.

meştibat sahur
YAPTIĞIN KÖTÜLÜK BİR GÜN GELİR SENİ BULUR :
Zamanın birinde bir köyde bir kadın yaşarmış. Bu kadının kimsesi yokmuş bir tane oğlu varmış. Oğluda askerdeymiş.. Bu kadın ekmeğini hiç kimseyle paylaşmazmış.Çok cimri ,kötü huylu, kötü bir kadınmış. Bir gün bir dilenci gelmiş kadına demiş ki karnım çok aç. Bana ekmek verir misin? Demiş. Kadın tabi hiçkimseyle ekmeğini paylaşmadığı için adama çok sinirlenmiş. Vermemiş, o gün adam çekmiş gitmiş. Tekrar birgün başka bir dilenci daha gelmiş. O da çok açmış karnı. Ne olur demiş hiç ekmeğim de yok ,gidecek yerim de yok. Bu gece burada kalabilir miyim demiş. Tabi kadın bunu kabul etmemiş. Kadının aklına kötülük gelmiş, acaba ne yapabilrim? Kadın adama demiş ki ben demiş sana ekmek verecem ama burada kalmana izin vermiyorum demiş. Adam tabi ki kabul etmiş. Kadın ekmek yapmış içine zehir koymuş adama vermiş. Adam da sevine sevine almış, gitmiş ama yememiş çantasına koymuş. Biraz gitmiş gitmiş sonra bir tane oğlana rastlamış. Oğlan halsiz ,zar zor yürüyormuş. Konuşmuşlar oğlan demiş ki benim karnım çok aç ,ekmeğin var mı? Adam var demiş. Bir köyden bir kadın bana ekmek verdi.Bu ekmeğimi seninle paylaşıcam demiş. Adam ekmeği kırmadan çocuğa vermiş Çocuk da yemiş ekmeği orda ölmüş. Ondan sonra köye haber duyulmuş. Kim öldü ,kim öldü derken bir de bakmışlar ki yaşlı kadının oğlu ölmüş. Kadın ağlamış, sızlamış eyvah! Ben kötülük yaptım. O ekmeği ben verdim. Kötülük yaptım, kötülük geldi beni buldu. Oğlum öldü. Kadın sonra çok pişman olmuş. İş işten geçmiş.Kötülük yaptığı için kötülük gelmiş sonunda kendini bulmuş.
Tülkü Həccə gedir

Tülkü qocalmış idi,
Şikardan qalmış idi.
Ov keçmirdi əlinə,
Ət dəymirdi dilinə.
Həftələrlə qalıb ac,
Dolanırdı yalavac.
Ova batmırdı dişi,
Yaman keçirdi işi
Günü olmuşdu qara,
Düşündü, tapdı çara:
Təsbeh aldı əlinə,
Şal bağladı belinə,
Ayaqlarında çarıq,
Başında tirmə sarıq,
Çiynində atlaz əba,
Əlində zorba əsa.
Ağlayırdı, gedirdi,
Çölləri seyr edirdi;
Olmuşdu mömin bəndə
Çatdı böyük bir kəndə.
Kənd ağzında bir xoruz
Eşələnirdi yalqız
Gördü ki, tülkü lələ,
Girmiş başqa bir şəklə.
Gəlir təsbeh əlində,
Bir şal qurşaq belində,
Ayaqlarında çarıq,
Başında tirmə sarıq,
Çiynində atlaz əba,
Əlində zorba əsa.
Ağlayır, təsbeh çəkir,
Gözündən qan-yaş tökür...
Xoruz durub uzaqdan
Baxdı ona bir zaman
Dedi: - A tülkü lələ,
Neçin girdin bu şəklə?
Yoxsa sənə, ey baba,
Üz veribdir bir bəla?
Tülkü başın salladı,
Hönkür-hönkür ağladı.
Dedi: - A məstan xoruz,
Gözləri mərcan xoruz!
Qocalmışam, düşmüşəm,
Sizi çox incitmişəm.
Məndən daha qaçmayın.
Dərdlərimi açmayın.
Daha üzüm qaradır.
Qəlbim dolu yaradır.
Halal-haram qanmadım.
Gəldilər kəndə yaxın.
Toyuqlar axın-axın
Küçədə dənlənirdi,
Yem tapıb şənlənirdi.
Gördülər tülkü lələ
Giribdir başqa şəklə:
İri təsbeh əlində,
Bir şal qurşaq belində,
Ayaqlarında çarıq,
Başında tirmə sarıq,
Çiynində atlaz əba,
Əlində zorba əsa,
Gedir yol ilə birbaş,
Xoruza olmuş yoldaş.
Birdən qaqqıldaşdılar.
Bu hiyləyə çaşdılar.
Toyuq-xoruzdan biri,
Gəldi bir az irəli,
Dedi: - A lovğa tülkü,
Quyruğu darğa tülkü!
Yoxdur səndə mərhəmət,
Bizə verirsən zillət.
Gizli-gizli gecələr,
Kəndə girib bixəbər
Bizi çapır, çalırsan,
Hinə şivən salırsan.
Yoxmu bizim canımız?
Halalmıdır qanımız?
Etdik biz də bir tədbir,
Vardır yaxında çox “pir”;
Onlara ip bağladıq,
Nəzir verdik, ağladıq;
Kəsdik minlərcə qurban,
Verdik fəqirə ehsan;
Qəbul olmuş duamız,
Səni tutmuş ahımız.
Tülkü alışdı-yandı,
Əsasına dayandı;
Sonra başın salladı,
Hönkür-hönkür ağladı,
Dedi: - Düzdür, can xoruz,
Gözləri mərcan xoruz!
Indi üzüm qaradır,
Qəlbim dolu yaradır...
Yamanlıq olmuş işim,
Daşa dəysin bu dişim.
Qocalmışam, düşmüşəm,
Sizi çox incitmişəm.
Daha tövbə edirəm,
Indi həcca gedirəm...
Bu işə mat qaldılar,
Tülküyə yan aldılar,
Çaşdılar bu sözlərə,
Qan-yaş doldu gözlərə,
Söylədilər: - Ay lələ!
Qurban bu şirin dilə!
Xasiyyətin dəyişmiş.
Nə gözəl işdir bu iş!
Amandır, tülkü lələ,
Bizi apar özünlə
Tülkü dedi: - Nə olar,
Gəlin, gəlin, balalar!
Uçub gəldi cümləsi;
Toyuq-xoruzun səsi
Çulğaladı hər yanı,
Kəndi, çölü, ormanı.
Bir xoruz oldu zirək
Uçdu dama sevincək:
- Quqquluqu! – Çəkdi car, -
Olduq bizlər bəxtiyar:
Aydın olsun gözünüz,
Gəlin, görün özünüz
Tülkü olub peşiman,
Tökməyəcək bir də qan.
Mö’min olmuş bu kişi,
Bizimlə yoxdur işi;
Ağlayır, tövbə edir,
Birbaşa həcca gedir,
Kənddə toyuq-cücələr,
Bundan tutunca xəbər,
Bir-birinə baxışdı,
Güyə düşdü, axışdı:
İşi doğru bildilər,
Uçub qaçıb gəldilər.
Inandılar tülküyə,
Peşiman olmuş, - deyə,
Biri öpür əbasın,
Biri dəmir əsasın,
Biri təsbeh, sarığı
Biri kirli çarığı
Batmış hamı sevincə,
Gülürlər incə-incə
Gətirdilər duz-çörək
“Dərə xəlvət, tülkü bəy”.
Dururdu kefi çox saz,
Baxırdı saymaz-saymaz
Bir az söhbət etdilər,
Yola düşüb getdilər,
Çovuş oldu birisi,
Basdı kəndi cır səsi,
Keçdi dəstə başına.
Papaq endi qaşına,
Əlində uca bayraq,
Oxuyurdu, o şaqraq
Dəstə şən, təmtəraqla,
Gedir çovuş bayraqla
Tülkü düşmüş irəli,
Arabir dönüb geri
Gizli-gizli baxırdı.
Ağzından su axırdı.
Sanki ölçüb-biçirdi,
Köklərini seçirdi.
Kəsilmişdi taqəti,
Gözləyirdi fürsəti.
Getdilər bir az daha,
Çatdılar bir səhraya
Tülkü dəyandı, durdu,
Başladı hiylə qurdu,
Dedi: - Ay canım xoruz,
Gözəl məstanım xoruz!
Namaz vaxtıdır, dayan!
Çıx ağaca ver azan.
Alıb tez dəstəmazı,
Qılaq burda namazı.
Xoruz çıxdı, ucadan
Verdi gözəl bir azan.
Tülkü dedi: - Tez durun,
Namaz üçün səf qurun!
Olsun xoruz pişnamaz,
Daha başlansın namaz!
Bağırdılar: - Yox, olmaz,
Bizim cinsə yaraşmaz.
Əslindən pişnamazlıq
Sənin şəninə layıq.
Tülkü dartdı özünü,
Turşutdu üz-gözünü,
Dedi: - Məndən çəkin əl!
Olmuşam çox bədəməl
Öldürmək olmuş işim,
Qanlar tökmüş bu dişim
Mənim kimi yaramaz
Olarmı heç pişnamaz?
Arıq xoruzun biri
Gəlib keçdi irəli
Tülkü bala yanladı,
Səfləri sahmanladı.
Kökləri düzdü sona,
Ürəyi yana-yana
Hiyləni saz eylədi.
Durdu belə söylədi:
- Mən keçmişəm ən sona.
Ürəyim dönmüş qana,
Yalvarıram yaradan
Keçsin günahlarımdan
Peşimanam işimdən,
Bezaram keçmişimdən.
Artıq tövbə etmişəm,
Ağlamaq olmuş peşəm.
Siz namazı başlayın,
Məni bir ölü sayın.
Deyib oturdu yerə,
Ağladı birdən-birə
Səflər coşub-daşdılar,
Namaza qalxışdılar.
Dörd səf düzülmüş idi,
Gözlər süzülmüş idi.
Pişnamaz dedi: - Quqqu!
Azançı: - Quqquriqu!
Oxundu qısa dua,
Əyildilər torpağa,
Tülkü qaldırdı başın,
Atdı möminlik daşın
Baxdı ora-buraya,
Göz gəzdirdi sıraya
Od parladı gözündən,
Artıq çıxdı özündən,
Sahmanladı işini,
İtilədi dişini.
Atdı təsbeh, əbanı,
Sarığı, həm əsanı.
Baxdı o yan-bu yana,
Dik atıldı meydana.
Yırğalandı quyruğu,
Boğdu on beş toyuğu...
Duyub o yerdə qalan,
Qurtardı tülküdən can.
Uçdu hərə bir yana,
Düzə, çölə, ormana
Çölü basdı qışqırıq,
Qopdu böyük fısqırıq.
Tülkü işin bitirdi,
Ovlarını gətirdi,
Çıxdı bir göy yamaca,
On gün yedi doyunca
ARASIN GÖZYASLARI
Evvel zaman içinde kalbur saman içindeyken pireler berber develer tellal iken, ağrı efsanesi herkesin dilinde, terzilerin pirinden de önce ondan da öte kadim bir sözmüş. Bir olanı, tek olanı anlatanmış ağrı dağı. Aşk Ağrıymış, Ağrı aşkmış. Aşk kuşatmış Ağrı dağını. Gözyaşları kırkpınar olup akan aşkın sahibiymiş Ağrı.
Efsunlanmış gibi zamana karşı durmuş yıllar yılı. Gözyaşları Aras suyu olmuş yürürmüş kılcal damarlardan dallara, dallardan çiçeklere, çiçeklerden çimenlere. Dağ olmuş, börtü - böcek tüm canlıları barındırmış koynunda. Açıp kollarını aşkın diyarlarına, hem arşa hem arza doğru arşın arşın yürümüş Ağrı.
Çok çok eski zamanın birinde kentlerden uzak ulu bir dağın yamacında Nuhun gizemli bahçesi olarak adlandırılan yerde, mavisi yeşiline karışmış, uzun uzun ağaçların gölgelerini cömertçe sunduğu, türlü türlü böceklerin, çiçeklerin yaşadığı, insanoğlunun pek az uğradığı yüksek kayaların, ormanların, eteklerinde buz gibi suların çağıldadığı çağlayanların arasında, şirin mi şirin, mini minnacık bir köy varmış. Bu köyün vahşi vadileri arasında nerden geldiği ve kim olduğu bilinmeyen melek adlı güzel bir peri kızı yaşarmış.
Yapayalnız bu genç kız geçimini inek sütü, keklik yumurtaları, yabani bitkiler, kökler, meyvalar toplayarak sağlarmış. Arada bir de köylere inererek topladığı bitkileri, meyvaları köylülere dağıtıp karşılığında da ihtiyacı olan eşyaları ve gıdaları alıp ortadan kaybolurmuş. Kimseyle uzun uzadıya konuşmaz, kimsede ona pek soru sormazmış.
Kim olduğunu nereden geldiğini kimse bilmez ve de gizli olağan üstü bir güce sahip olduğuna inanıldığı için herkes çekinirmiş. İn mi cin mi, ne olduğu pek belli değilmiş köylülerin gözünde. O yörede herkes onun efsunlu olduğuna inanıp kimilerine göre büyücü, kimilerine göre lanetli, kimilerine göre ermiş, kimilerine göre iyilik ve hayır meleği, kimilerine göre de allahın zararsız zavallı bir kuluymuş ama en çok peri kızı olduğuna dair söylenceler ortada dolaşırmış. Hatta hayvanlarla, kuşlarla konuştuğuna dair tanık olanlar da yok değilmiş.
Bu gün hala o yöre de Peri kızla Ağrı’nın aşkı üzerine beyitler söylenir, türküler derlenir, Peri kızın güzelliği konuşulur.
Topuğuna kadar inen saçları, simsiyah gözleri, kıpkızıl dudakları, inci dişleri, pembe yanaklarıyla çevredeki bütün kızları kıskandıracak kadar güzel ve alımlıymış.
Peri kız köye her indiğinde herkes ona hayranlıkla bakar , ağzından çıkacak bir kelimeyi beklermiş. Her gelip gitiğinde Melik isminde civan gibi gencin yüreği heyecandan göğsünün kafesine sığmaz, gümbür gümbür atarmış, yanına yaklaşmaz uzaktan uzağa seyredip Peri kızını, içi titrermiş. Peri kızı ile her göz göze geldiğinde yüreğine kor düşer gizli gizli yanarmış…
Günlerden bir gün vadideki mağarasının önündeki gölün başında oturmuş, alt tarafından çağıl çağıl akan sulara bakarak türküler mırıldanırken, bir süre sonra derin gölün mavi suyunda bir kıpırtı farketmiş Peri kız, mavi gölün içinde güneşle yıkanmış gibi yakamozlar saçan Melik Peri kızın mırıldandığı türküyle birlikte yavaşça göl suyunun mavi kanatlarında süzülüp çıkmış, Peri kızın dudağına bir öpücük kondurarak, peri kız daha ne olup bittiğini anlamadan, tekrar suya dalarak ortadan kaybolmuş.
Peri kız her gece suyun kenarına oturup Meliki beklemiş, Melik her gece vakti ayışığıyla beraber çıkıp gelirmiş. Geldiğinde de hemen gözden kaybolup gitmezmiş gün ışıyıncaya kadar, bir kelime bile etmeden biribirine sarılır öylece sabahın olmasını beklermişler.
Artık her gece dolunay ağaçların arasında ışıldarken onlar buluşmuş, sarılmışlar ve birbirilerine tek söz söylemeden ayrılmışlar. Biribirlerini öyle temiz duygularla ve derin bir aşkla sevmişlerki ve öyle alışmışlarki bir tek gece biribirini göremeden duramazlarmış.
Bir gece Melik yine çıkıp gelmiş kaldığı yere bir de bakmışki in cin yok ortalarda, bir mektup bırakarak ortadan kaybolmuş canından çok sevdiği Peri kız. Dünyası başına yıkılmış Melikin yüreği yanmışta yanmış…
Sonra mektubu açıp yüreği parçalanarak okumaya başlamış Melik.
“Ben adımı, nerden geldiğimi, kim olduğunu bilmeyen zavallı bir kızım. Kim olduğumu ve nerden geldiğimi de hiç bir zaman bilmeyeceğim. Niye böyle davrandığımı sorma, sorsanda cevabını veremem...
Şunu bilki seni ölümüne seviyorum ama ben yalnızlıkla lanetlenmişim bir kere, yalnızlıkla lanetlenmemle son bulmuyor, hafızamı, gözlerimi bağlamışlar, geçmişimi ve kim olduğumu bilmemi, hatırlamamı engellemişler… Seni daha fazla mutsuz etmemek için, benimde bilmediğim bir yere gidiyorum…
Ama sana aşkımın karşılığı olarak bu güne değin hiç bir kimsenin sahip olamadığı bir hediye bırakıyorum…
Şimdiden sonra aşkımızı düşünüp acı çektiğinde ama yine de seni ölümüne sevdiğimi bilerek mutlu olduğunda, gözlerinde dökülen her damlada bir pınar fışkıracak düştüğü yerden ve ben gözyaşlarında mayalanıp akan her pınarın damlalarında saklı kalacağım...
Ve o gece ilk defa Melikin gözlerinde Aras suyu kırk göze dolup akmış aras ovasında ve Melik buruk bir mutlulukla dünya dündükçe ağlamış.
İşte o gün bu gündür o pınarların gözelerinden içen herkesin yüreğine buruk bir mutluluk bir ferahlık dolmuş, yüreği sevgiyle yanmış; her dilek kabul olmuş, sevenler sevdiğine, hasret çeken analar, babalar çocuklarına kavuşurmuş…
Ve o dağların adı da Ararat olarak kalmış, gözyaşları da Aras suyu olmuş. O günden sonra ne görmüş, ne de haber almış sevdiği Peri kızından. İşte o gün bu gündür Arasın gözyaşları kırkpınar olup akar ve dünya döndükçe de akacak… Bu yüzdendir ki Aras’ın suyundan içen herkesin yüreğine aşk, sevgi, merhamet mutluluk, iyilik dollar. Derler.
İşte o gün bu gündür aras suyu hep kutsaldır. Ağrı dağı Melikin uzaklara bakışını , Aras suyu Peri kızının gözlerinden akan gözyaşlarıdır inanışa göre. Yani tarihi derinliği çok çok eski dönemlere kadar gitmektedir..
Bu nağılı oxumuram ki, mışıl-mışıl yatasan,oxuyuram ki,fikirləşib ağıllı yol tapasan
KÖYÜN DELİSİ
O, dəli,fərsiz adlandırılmağına rəğmən,çoxlarından daha ağıllı,daha etibarlı idi.Yaşadığı mühit ona qarşı son dərəcə amansız davranır,onun hər dediyinə məsxərə edərək küçümsərlərdi.Ancaq bütün bunlara baxmayaraq “ağıllı dəli adam” heç zaman digərlərinə qarşı nanəcib hərəkət etməz,ağıllı olduğunu bilə-bilə dəli adlandırılmağndan zərrə qədər də utanmazdı.Utanılası heç nə olmadığını anlayan “ağıllı dəli adam” “ağıllılar” içərisində “dəli” kimi yaşayar və azacıq həyatının çoxlarına ibrət olacaq hadisələrlə bol olmasına rəğmən heç kim bunlardan dərs almazdı,dərs alması lazım gələn şeylərə isə görməməzlikdən gələrlərdi… Qəribədir “ağıllı dəli adam”ın gözəl kefiyyətlərindən biri heç zaman yalan söyləməz,gələcəklə bağlı dediklərinin çoxusunun düz çıxması idi.Hətta o bir dəfə “ağıllı” adamların az qala rəğbətini qazanacaqdı, amma bu adamlar təkəbbürlük edərək “ağıllı dəli adam”ın dediyini sadəcə olaraq bir təsadüf kimi adlandırdılar və ona yenə də dəliki,dəli deməyə davam etdilər… “ “Ağıllı dəli adam”ın çoxlarına qeyri-adi görünən kefiyyətləri çoxlarının yuxusunu belə ərşə çəkmişdi.Heç kimə bir pisliyi toxunmayan bir insanın (ağıllı ya da dəli fərqi yox) digərlərini bu cür narahat edən nə ola bilərdi görəsən?Bu sualın cavabını “ağıllı dəli adam” onlardan soruşsa belə tapa bilməyəcəkdi,tapa bilməsi belə mümkün olmayacaqdı.Çünki,özlərinə “ağıllı” deyən adamlar “dəli” adlandırdıqları adama nisbətən çox-çox ağılsız idilər və bu həqiqəti içlərində qəbul eləsələr də heç zaman dillərində təsdiq edə bilməzdilər.Bu təsdiq onların məğlubiyyəti olacağından heç kim bunu edə bilməzdi,etsəydi belə o da dəli adlandırılacaq və ağıllı adamlar cəmiyyətindən tədricən təcrid olunacaqdı…(Milyonlarla “ağıllı” insanın “ağıllılar” cəmiyyətində yaşayaraq bütün ömrünü zavallı olaraq sürdüyünün,ağıllı adamlara pənah gətirərək onlardan ağıllı məsləhətlər almaq ümidi ilə yaşadıqlarının və bir gün bütün bu axtarışlarının heç bir faydası olmadığının şahidi olmuruqmu biz “ağıllı” adamlar?). “Ağıllı dəli adam” qısa ömrünün çox az hissəsini özünə həsr edərək yaşadı,bu da onun uşaqlıq illəri idi.Əslinə qalsa onun uşaqlıq illəri belə özünə həsr edilməmişdi.O,daima digər uşaqları düşünər,onların uşaq problemləri ilə maraqlanar,qayğılarına qalardı.”Ağıllı” böyük adamlar bu uşağın qeyri-adi olduğunu düşünər,onun gələcəyi haqqında təzadlı fikirlər yürüdərlərdi…Bəziləri onu “kiçik dahi”,bəziləri isə uşaqlıq psixologiyası yerində olmayan uşaq kimi qələmə verərdilər.Amma bu balaca “ağıllı dəli adam”ın bir günahı var idi,bu da onun digərlərinə nisbətən daha ağıllı,daha öngörən olması idi.Daha bu balaca uşaq nə biləydi ki,zaman keçəcək,illər üstünə illər gəldikcə onu dəli adlandıracaq,dediklərini heç kimə gərəksiz söz yığını kimi rədd edəcəkdilər…Çünki,o “ağıllı” insanlara sərf etməyən,eyblərini açıb göstərən biri olacağı üçün heç kəs tərəfindən qəbul edilməyəcəkdi.
“Ağıllı dəli adam” öz-özlüyündə bircə dəfə də olsun ailə qurmaq haqqında da düşünməmişdi.Ona görə ailə qurduqdan sonra dünyaya göz açacaq körpəsi “ağıllı” ola bilər və ona heç bir xüsusiyyəti ilə bənzəməyə bilərdi.Bu səbəbdən “ağıllı dəli adam” ailə qurmaq istəmirdi və bir tərəfdən də yaxşı başa düşürdü ki,hansı “ağıllı” adam öz qızını “dəli” adama verərdi ki…Əlbəttə ki,heç kim…
“Ağıllı dəli adam” insanlara hər şeyin ən yaxşısını tövsiyə edərdi,harda olursa olsun hər zaman haqqın tərəfdarı olardı.Qadınlara şəhvət gözü ilə baxmamağı,kişilərə var-dövlət üçün ərə getməməyi, tacirlərin müəyyən olunmuş məbləğdən artıq üstünə qoymamağı,yetimlərin haqqını yeməməyi,hüquq məsələlərində ədalətli olmağı və s. kimi bir çox məsələləri digərlərindən tələb edərdi və tələb etdiyi üçün də hər kəs ona qeyri-adi,dəli insan kimi baxarlardı.Necə,hansı prizmadan baxmaqları onun vecinə deyildi,bu dünyanı vecinə almayan “ağıllı dəli adam” özü bildiyi kimi yaşamaqda israrlı idi.Çünki,o sözündən dönsəydi onlar kimi “ağıllı” insan olacaqdı və “ağıllı” insan olmaq onu çox qorxudurdu…O,öz-özünə daima belə düşünərdi.”Məni qəbul etmirlər etməsinlər.Özləri bilərlər.Amma mən də onların qəbul etdiklərini qəbul etməyəcəyəm…Əgər qəbul etsəm demək mən də “ağıllı” adamlardan biri olacağam və təbii ki,belə ağıllı olmaqdansa olmamaq yaxşıdır…Yeganə təsəllim budur ki,mən onlara qalib gələ bilmədiyim kimi,onlarda mənə qalib gələ bilməyəcəklər…Yaşasın “ağıllı dəli adam” olaraq yaşamaq!”Həyatda bu şüarın nə qədər ki,”ağıllı” adamlar yaşayırlar,yaşayacaqlar heç zaman qəbul olmayacağını bilə-bilə yaşadı “ağıllı dəli adam” və ona görə bu şüardan gözəl şüar olmayıb,olmayacaqdı da…
Ağıllı dəli adam” keşməkeşli həyatda nə az, nə çox cəmi otuz beş il yaşadı.Bu illər heç zaman onun iradəsini qıra bilmədi.O, doğulduğanda necə varsa, həyatada gözlərini eləcə qapadı….Yəni saf,təmiz.günahsız
(Sevgini yaşayanların, bu ne mətin qədrini bilənlərin sevgi dolu ürəklərinin xətrinə) Sevgi-sən elə bir duyğusan ki,insanların ən çox məhz sənə ehtiyacı var.Sən olan yerdə hər şey gözəl,hər şey ədalətlidir.Yaranışdan sənə olan ehtiyacı kim doldura bilib ki,bizlərdə doldura bilək?
Sevgi-sən elə bir duyğusan ki,ömrümüzün hər anında,istər gənc ol,istər qoca bizləri izləyər və ansızın çağırılmamış qonaq kimi qapımızı döyə bilərsən.Kim səndən,sən adlı duyğudan sığortalana bilib ki?
Sevgi-səni yaşamayanların,səni bir heç sayanların,sənə istehza ilə yanaşanların canlı ola biləcəyinə necə inanmaq olar?Hətta inanmaq belə çətindir sən adlı duyğunu yaşamayanların varlığına.Sənin varlığın bütün bəşəriyyətin varlığı olduğu kimi,sənin də varlıığın bütün bəşəriyyətin varlığının əmanətidir.
Sevgi-bəzən acımasız olmağınla bizləri yanıb-kül edə biləcəyin qədər mərhəmətsizsən.Sənə məhkum ürəyimizə hakim kəsildiyindən sənə səcdə edə biləcəyimiz qədər zavallı oluruq biz.Məhz sən,daş qəlbləri yumşaldıb muma döndərə biləcək qədər sehrli bir qüdrətə maliksən və bu qüdrətinlə ən şirin sevgiyə maliksən –Sevgi.Bu nemətin qədrini bilməyənlərin tutar gözlərini naşükürlükləri.
Sevgi-sənə olan ehtiyacımız balığın suya,quşun uçmağa olan ehtiyacı nisbətində daha çox olacığının gümanındayam.Əslində elə bütün ehtiyacların ilkin mənbəyi məhz elə sənsən…Sevgi.
Sevgi-yaradanın belə ən çox sevdiyi nemət olduğunu unutmuruq biz…O,da səninlə yaratdı kainatı,bizi.Səni ürəklərimizə bir nemət olaraq bəxş etdi yaradan.Bizi sevgi yaratdığından bizlər də sevgini qorumağa borclu olduğumuzu unutmuruq.Unudanlardan əsla olmaq istəmirik-Sevgi.
Sevgi-sən zirvələrdəki qardan belə şəffaf olduğundan,həssassan,səmimisən,təmizsən.Çünki,sən pislikləri üzərinə götürə bilməyəcək dərəcədə günahsızsan,məsumsan.Məsum olmağınla daha da gözəlsən-Sevgi. Sevgi-sən hər fəsildə öz donunu dəyişməyən bir ağaca bənzərsən.O ağac ki,isti-soyuq bilmədiyindən hər zaman sağlam olursan,heç bir təbibə möhtac olmazsan,əksinə təbiblər özü möhtac sənə-Sevgi.
Sevgi-yazmadıqlarım yaza bildiklərimdən o dərəcədə çoxdur ki…Nə yazsam bir o qədər yenə az,yenə yetərsiz olduğunu yaxşı bilirəm.Bəzən xəcalət çəkirəm yetərsiz cümlələrimlə səni qələmə almağımdan.Sənin şənini mədh eləməkdən.Bağışla məni,sözlərimin,düşüncələrimin səni mədh etməkdə bu qədər cılız olmasından dolayı.
Sevgi-sən sənə möhtac olanların sevgisini ürəklərində qoyma,qırma onları.Rəhm eylə sən adlı duyğuya mübtəla olanların acizliyinə.Onlara sənin yolunda çəkdiklərinə kömək et.Kömək et ki,azalmasın yer üzündə sevgi tumurcuqları səpən insanların miqdarı.Bu miqdarın heç zaman azalmayacağı ümidi ilə sənə pənah aparırıq –Sevgi…
ÖLÜM
Ölüm… hər bir şeyin süquta uğrayacağı bir proses, fanilikdən əbədiliyə qovuşmanın başlanğıç nöqtəsi. O nöqtə ki, hər bir canlının taleyinə yazılan və pozulması qeyri-mümkün olan bir nöqtə. Yaradılmışların hər biri elə yarandığı dövrdən etibarən ona doğru gedir, yolun o biri tərəfində ölüm gözləyir hər kəsi. Ondan qurtulmaq mümkün olmadığı kimi, onun haqqında düşünməmək belə mümkün deyildir. Elə bir canlı, hər hansı bir fərd tapa bilməzsən ki, ölümün varlığını bilə-bilə onun haqqında bir anlıq belə fikirləşməsin, düşünməsin “ölüm” adlı bir sonluğun mövcudluğunu.
Axı necə, necə ola bilir ki, insan oğlu bu qara qüvvənin varlığını dərk edə-edə ona biganə qalır, onu bir ömür boyu iztiraba döndərib özünə əzab vermir, istər az, istər çox, istər kədərli, istər sevincli yaşamaq istəyir, ancaq yaşamaq. Əcəl qapımızı döydüyü zaman insan üçün bir saniyə belə yüz illər qədər qiymətli və heç bir ölçüyə gəlməyəcək qədər şirin və əlçatmazdır. Nədəndir bu təzadın sirri görəsən, nədəndir ölümün bizə hər an, hər saniyə yaxınlaşdığını duya-duya, yaşamaq, yaratmaq, bir sözlə bizə verilən bu ömür payının heç bitməsini istəməyərək yaşamaq marağı, yaşamaq arzusu?
Bir dəfə gəlir dünyaya insan və bu gün bir daha heç bir zaman təkrarlanmayacaq. Əvəzedilməzdir bu gün. Ondan başqa hər şey təkrarlanacaq. Ad günləri, bayramlar, işləmək, xülasə, eyni sevinc, eyni kədərlər. Ancaq bir şey təkrarlanmayacaq, yalnız bir şey… doğum günü. Bu gün həyat yolunda bizə verilən ən böyük, ən şirin ərmağandır. Acısı, qəmi olmağına rəğmən, kim doyub ki ondan. Bu gözəllikdən danışılan zaman bir məfhumun xəyala gətirilib, göz önündə azacıq canlanması belə yaradılışın qəlbini titrədir, onun cismini qan-tərə qərq edir, həyəcanlandırır.
Bu məfhum ölümdür. Ölümdən öncə əcəl döyür qapımızı, əcəl zənginin sədası gəlir qulaqlarımıza. O, bizlərdən, özümüzdən asılı olmayaraq, elə zamanda yaxamızdan tuta bilər ki, nə bilim, ən sevimli çağımızda sevincimizi burnumuzdan gətirər, bizi bədbəxtliyə düçar edə bilər. Ruhumuzun dərinliklərinə işləyib ümidimizi sındıra bilər. Əcəl…qaçılması mümkün olmayan yeganə məfhum. İstər şərqdə ol, istər qərbdə, istər yerdə ol, istər marsda, haqlayacaq o səni, mütləq haqlayacaq və haqladığı zaman sənin yaşamına son qoyacaq, bu son sənin ölümün olacaq. O ölüm ki,sən onu fikirləşirdin, qorxurdun ondan.
Ancaq haqladı səni, yaxaladı. Sənə verilən ömür payı qırıldı. Bu günün sabahı gəlməyəcək, kölgən belə səni izləməyəcək bir daha, sənə hamıdan daha yaxın olan, sənin yaşama mexanizmin olan ürək belə səndən əl çəkəcək, döyməyəcək bir daha və sən olmamış kimi olacaqsan. Bunu da dərd etməyə dəyməz ki, bu yoxluq sənə acı verməyəcək. Çünki sən bir heç olacaqsan, yer üzündə ən xırda molekullar, ionlar olacaq, ancaq bir sən, yalnız sən olmayacaqsan. Bax budur ölüm, bax budur əcəl!
Elə budur insanı yandıran, qəmləndirən. Bunu öz-özündə həzm edə bilmir insan, danışmaq istəmir bu barədə. Nədənsə paxıllığı tutur yaradılışın bu cür məhv olmasına. Düşünündə ki, ölümündən, bəli,məhz sənin ölümündən sonra həyat davam edəcək, günəş hər səhər yer üzünü salamlayacaq, ulduzlar parlaqlığı ilə sayrışacaq, dənizlərdə dalğalar coşub-çağlayacaq, quşlar ötəcək, bir sözlə təbiət öz əlvanlığı ilə insanları, ümumiyyətlə bütün canlıları məftun edəcək, necə qısqanmayasan bu gözəlliyi? Bax budur insanın acizliyini göstərən! Bunun sübutu isə ölümdür.
Ancaq yenə təkrar edirəm, ölümün var olmasını anlaya-anlaya yaşamaq istəyirik və yaşaya-yaşaya da hər an ona doğru getdiyimizi anlayırıq. Belə isə sual doğur. Nədən yaşayırıq? Nədən bu həqiqəti dərk edə-edə yaşamaq istəyirik? Çünki yaşamaq arzusu, ölümə olan nifrət nisbətində daha böyükdür, daha qüvvətlidir. Belə isə yaşasın yaşamaq arzusu ilə yaşayanların varlığı
Şengülüm, Süngülüm, Mengülüm
Biri var imiş, biri yox imiş, Allah’dan başqa heç kim yox imiş.
Bir keçi var imiş, bu keçinin de üç balası.
Birinin adı Şengülüm,birinin adı Süngülüm, birinin de adı Mengülüm.
Bu keçi her gün gedib meşede ve çölde otlarmış.
Balaları da qapıları bağlayıb evde oturarmışlar.
Keçi otlamaqdan dönende qapının arxasından çağırarmış:
Şengülüm, Süngülüm, Mengülüm! Açın qapıyı, men gelim!
Ağzımda su getirmişem, döşümde süd getirmişem, buynuzumda ot getirmişem.
Bunu eşiden kimi balaları sevinib tez qapıyı açırmışlar
ve anaları onları doyuzdurub yene gedermiş çöle otlamağa.
Bir gün keçi gedince qurd gelib durur qapının dalında ve başlayır çağırmağa:
Şengülüm, Süngülüm, Mengülüm! Açın qapını, men gelim!
Ağzımda su getirmişem, döşümde süd getirmişem, buynuzumda ot getirmişem.
Balaları eyle bildi ki, bunları çağıran analarıdır. Tez qapını açdılar.
Qurd içeri girib Şengülümü, Süngülümü tutub yedi.
Ama Mengülüm qaçıb evin bir bucağında gizlendi.
Qurt onu görmedi.
Keçi düzü, çimeni otlayıb döndü evine
ve hemin sözler ile başladı balalarını çağırmağa.
Ama içeriden bir kes ona cavab vermedi.
Nece defe Şengülüm, Süngülüm deyib çağırdısa da,
ona cavab veren olmadı ve qapı açılmadı.
Âxirda özü qaranlıq bir bucaqda Mengülümü gördü.
Başlarına geleni Mengülüm anasına söyledi.
O zaman keçi çıxtı dovşanın damının üstüne ve ayaqları ile damı döydü.
Tovşan içeriden seslendi:
O kimdir?
Keçi cavab verdi,
menem, balalarımı sen mi yemisen?
Tovşan cavab verdi ki,
yox men yemedim, get tülküden xeber al.
Keçi getdi, çıxdı tülkünün damının üstüne ve başladı ayaqları ile döymeye.
Tülkü içeriden seslendi:
O kimdir, menim damımın üstüne çıxıb?
Keçi dedi,
menim balalarımı sen mi yedin?
Tülkü cavab verdi,
yox men yemedim, get qurddan xeber al.
Keçi getdi çıxdı qurdun damının üstüne.
Bu vaxıt qurdda bir qazan aşı ocağın üstünde bişirirdi.
Keçi damını döyende bunun aşının içine torpak döküldü.
Qurt bağırdı:
O kimdir damım üste toz töker samım üste?
Aşımı şor eyledi, gözümü kör eyledi.
Keçi cavab verdi:
Menem, menem, men paşa, boynuzum qoşa-qoşa.
Çıx dışarı, savaşa!
Qurd dışarı çıxdı ki, görsün ne var.
Keçi dedi:
Sen menim balalarımı yemisen, gelmişem seninle savaşam.
Qurt istedi boynundan atsın, ama atabilmedi ve keçi ile sert qoydular ki,
her ikisi bir yerde qazıya şikayet etsinler.
Keçi getdi evine, bir kasa qatıq çaldı
ve bir desterxan yağlı çörek bişirdi ki, qazıya pay aparsın.
Qurd da bir torbanın içine üç-dört noxut denesi saldı, üfürüb içini yel ile doldurdu.
Ağzını möhkem bağlayıb özü ile getirdi.
Geldiler qazının huzuruna.
Qazı keçinin payına baxdı ve çok beyendi.
Sonra qurdun getirdiyine baxdı.
Açıb baxınca noxudun biri atılıb qazının bir gözünü çıxardı.
Qazı işi bele kesdi ki keçi ile qurd savaşsınlar ve qurda da bir buynuz hazırlansın.
Qazı keçinin buynuzunu daha da keskin etdi.
Ama qurda da çürük bir ağaçdan bir buynuz düzeltdi.
Keçi ile qurd başladı savaşmağa.
Bir iki defe vuraşandan sonra qurdun buynuzu qırıldı ve keçi vurub onun qarnını yırtdı.
Qurd bağırdı:
Vay bağırsağım, vay!
Keçi cavabında dedi:
Şengülümü, Süngülümü yemeyeydin! Vay bağırsağım demeyeydin
İTLE PİŞİK
İt dedi: - Men gocalmazdım meni bu pişiğin derdi gocaltdı.
Dediler niye?
Dedi: Çöllerde canımı ayaza veren men olaram,geceler sabaha kimi yatmayan evi eşiyi goruyan men olaram. Ama ne zaman ki isteyirem ki başımı içeri uzadam o pişik veledi zina ele bir vay şivan çekir goparır ki az galıram dünyadan baş götürüp gidem..
GURD
Gurda dediler:
Gel seni goyuna yolluyak.
Başladı ağlamağa. Dediler niye ağlıyırsan,Dedi gorxuram yalan ola.
Gurddan soruşdular;
Aranda galacaksan yoksa yaylağa gideceksen?
Gurd dedi menimki elnendi, el harda men orda
TOYUK
Bir gün toyuğu bir lığ tahılın içine saldılar. Toyuk tahılı ayakları ile eşe eşe dennemeye başdadı.
Dediler : Bunca buğdayı niye eşirsen?
Toyuk : Neyleyim dedi eyeklarım bele örgenip.
TİLKİ İLE KEKLİK
Bir keklik dağ başında gakıldıyırdı. Onun sesini eşiden tilki yakınına gelip dedi: Ay keklik sen ki bela gözel sesnen hemişe oxuyursan be heç yuxulanıp yatmırsan mı?Keklik dedi: Niye yatmıram elbette yatıram. Tilki dedi ondan göster görüm sen yatanda nasıl yatırsan? Keklik nasıl yatmağım tilki göstermek için gözlerini yumdu. Tilki sıçrayıp onu tuttu. Keklik aldandığını bilip dedi:Ay tilki sen ki öz avını bele asan tutabilirsen, de görüm onu yiyende bari Allah'a şükür edirsen mi? Tilki cavep verdi. Beli, Allah'a şükür etmeyene rızkımızı kim yetirer. Onda keklik dedi indi tutalım ki sen meni yeyipsen bir Allah'a şükür ele görüm nasıl edirsen. Tilki ağzını açtı ki şükür elesin bu anda keklik uçup bir uca gayanın üstüne gondu. Tilki veziyeti bele görüp dedi,Keklik gardeş sen menim elimnen gurtuldun git hoştbaht ol ama lanet olsun ki o kimseye ki avını yemeden Allah'a şükür ede. Keklik dedi; yahşı deyirsen tilki baba. Ancak o kimseyede lanet gelsin ki yuxusu gelmeden gözlerini yumup özünü yuxulu göstere...
Bu gecə röyama qonaq gəl, gülüm,
Bu gecə röyama qonaq gəl, gülüm,
Məni sevib – oxşa, al ağuşuna.
Bu gecə röyama qonaq gəl, gülüm,
Həsrətəm səsinə, bir baxışına.
Bu gecə röyama qonaq gəl, gülüm,
Ruhunu ruhumun yanına göndər.
Həyatda nə qədər etsən də zülüm,
Barı röyamı sən nağıla döndər.
Bu gecə röyama qonaq gəl, gülüm,
Həsrət bir gecəlik bitsin röyada.
Bizdən uzaq olsun ayrılıq, ölüm,
Onları gəl qoyaq oyaq dünyada.
Bu gecə röyama qonaq gəl, gülüm,
Sənsiz röyalarım tutqun, qarışıq.
Bu gecə röyama qonaq gəl, gülüm,
Biz ki röyalarda ayrılmamışıq.
Bu gecə röyama qonaq gəl, gülüm,
Daha sənsizliyə dayanmaram mən.
Bu gecə röyama qonaq gəl, gülüm,
Gəlsən, söz verirəm: oyanmaram mən
|
|
 |
|
|
|
BEŞ BİN YILLIK YERLEŞKE
YONTMA TAŞ DEVRİNDEN GÜNÜMÜZE MELEKLİ
bugüne kadar yapılan çeşitli arkeolojik ve prehistorik (tarih öncesi) araştırmalar, bölgedeki yerleşmelerin insanlık tarihi kadar eski olduğunu, bölgenin bir çok medeniyete ve uygarlığa beşiklik ettiğini ortaya koymaktadır. Iğdırın Melekli Beldesi Kültepe mevkiinde bulunan kara obsidiyen taş aletlerle, çakmak taşından yapılmış aletler, mezolitik (yontma taş) devrin bölgede de yaşandığını göstermektedir. Iğdır (Melekli) ile ilgili olarak bugüne kadar yapılan çeşitli arkeolojik araştırmalar sonucu, Iğdır bölgesine ilk yerleşen kavim Orta Asya'dan (M.Ö. 4000) tarihinde gelen Hurriler'dir. Asyanik adı altında isimlendirilen bu toplulukla birlikte gelen diğer kavimler önce insanlık açısından önemli olan polan madenleri ve yazıyı keşfetmişlerdir. Selçuklular, Kayılar gibi bir çok Türk Boyuna ev sahipliği yapan Melekli Urartular Moğollar, Çingizler, İlhanlılar Celayırlılar, Karakoyunlular Akkoyunluların hakimiyetine girmiş, ayrıca Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan ve selçuklu hükümdarı Melikşah’ a da mekan olmuştur. Yukarıdanda anlaşılacağı gibi 5000 yıllık bir tarihi olan melekli beldemizin tarihini korumalı bu hususta açık hava müzesi , kültür sanat galerisi gibi çalışmalar yaparak meleklinin tarihini gelecek nesillere aktarmalıyız. |
|
KIRIM’DAN TÜRKİYE’YE KIRIM TATAR GÖÇLERİ
Doç. Dr. Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
Kırım’dan Türkiye’ye kitle göçleri, esas olarak 1783’de Kırım Hanlığı’nın ortadan kaldırılarak Rusya İmparatorluğu’nun Kırım’ı ilhâkını müteakip gerçekleşmiştir. Bununla birlikte, 1783 öncesinde de Kırım’dan Osmanlı topraklarına pek bilinmese de, azımsanmayacak boyutlarda göçler olmuştur. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti arazisi üzerinde Kırım’dan gayet eski tarihlerde gelmiş insanlara ait muhafaza edilebilmiş veriler mevcuttur. Meselâ, XVI. asrın son çeyreğinde Altın Orda Hanı Toktamış Han tarafından Kırım’dan binlerce Kıpçak’ın (o dönemde henüz Osmanlı hâkimiyetinde olmayan) Kars ve Iğdır havalisine iskân edildiğini biliyoruz. Günümüzde Iğdır ve çevresinde başta MELEKLİ olmak üzere Karakoyunlu ve Taşburun civarında bir çok kırım tatarı yaşamaktadır, bu bölgede çok ünlü bir sülâle olan Hatunoğulları daha Kırım Hanlığı kurulmamışken bölgeye yerleştirilen bu insanların soyundan gelmektedir. bu doğrultuda yapılan bir çok araştırmada (Nihat Çetinkaya) Meleklide kulanılan lehçenin kırım Tatar kıpçak lehçesi olduğu kanıtlanmıştır.
|
|
MELEKLİ İNSANININ DEMOGRAFİK YAPISI:
Melekli Iğdır Merkez ilçeye bağlı yaklaşık 6000 nüfusa sahip bir kasabadır, nüfusunun büyük çoğunluğu yerli TATAR Türklerinden oluşmaktadır, Erivan, Nahçivan, Tebriz, Hoy, Türkleride Meleklide belli bir nüfusa sahiptir, ayrıca bir çok kaynakta Moğolların (Çağataylar) Anadolu seferinden sonra bir kısmının Erivan bölgesine yerleşmesi ve daha sonra buradaki Moğolların 19.Yüzyılın başlarında göç ederek Melekli ye yerleştikleri sanılmaktadır. yapılan bir çok incelemelerde Meleklide konuşulan dil Azerbaycan Türkçesi ağırlıklı olup Kıpçak yada Çağatay lehçesinin yaygın olduğunu anlaşılmaktadır. Melekli nüfusunun büyük bir bölümünü gençler teşkil etmekte ve genellikle sima olarak badem gözlü orta asya halklarını anımsatan görünüşe sahiptirler. |
|
GELENEKLERİNE BAĞLIDIRLAR: Kasaba halkı geleneklerine,örf ve adetlerine oldukça bağlıdır. Misafirperverlik, kasaba halkının önde gelen özelliklerinden biridir. Bu nedenle kasabaya dışarıdan gelen öğretmen, imam, doktor ve hemşireler köylüler tarafından el üstünde tutulur.
1960' li yıllarda köyümüzde iş sıkıntısı olmadığından ve melekli topraklarının verimli olmasından dolayı ığdırın diğer köyleri kadar dışarıya çalışmaya giden fazla olmamıştır. Fakat artan nüfusla birlikte köyümüzde devlet dairelerine yerleşenlerin sayısında üst düzeyde bir artış olmuş ayrıca almanya, isviçre, hollanda, belçika, abd, romanya ve metropol şehirler başta olmak üzere melekli nufusuna kayıtlı 15 binin üzerinde hemşerimiz olduğu bilinmektedir. kısacası gittiğiniz her yerde ve her kamu kuruluşunda bir melekli insanına rastlamanız mümkündür. Melekli kendi sadeliğini koruyarak dışarıdan fazla göç almamıştır.%70 i birbiriyle akraba olan ve kendi aralarında içli dışlı olan bu güzide kasabada her türlü yardımlaşmanın had safhaya ulaşmış olması ayrı bir güzellik ve neşe kaynağıdır Melekli insanı Iğdır ve çevresinde orta Asya Türk kültürünü en iyi yaşatan belde olarak tanımlanır, devlet geleneklerine oldukça bağlı ve Cumhuriyetçidirler, Nevruz kutlamalarının en iyi yapıldığı yer ve 1930 lu yılardan beri Atatürkün çıkarmış olduğu şapka devriminin Iğdır bölgesinde en çok uygulandığı yer olarak bilinir ayrıca yaşlılar ve gençlerde kılık kıyafet çağımıza uygun ve moderndirler.
GEÇİM KAYNAĞI: Iğdır ovasının en verimli arazilerine sahip olan Melekli genelde tarım ve hayvancılıkla uğraşır büyükbaş hayvancılıkta önemli statüye sahip olan Melekli ayrıca kavun, karpuz, domates, patlıcan, biber, buğday, arpay, mısır , ayçiçeği, elma, kayısı, armut, şeftali, erik ve kavak yetiştiriciliği başlıca geçim kaynaklarındandır, son zamanlarda seracılıkta Iğdır da marka haline gelen melekli nahçivan iran Ermenistan yolu üzerindeki güzergahın belediye tarafından imara açılmas ı ve fabrikaların burada yoğunlaşmasıyla Iğdır ın en önemli sanayi ve yatırım bölgesi haline gelmiştir, son zamanlar Iğdır halkının Melekli asfalt boyunca mesire ve dinlenme alanı olarak marka haline gelen semaver çayları, mangal ve kendin pişir kendin ye tesisleride belde ekonomisine önemli katkı sağlamaktadır. |
|
|
 |
|
|
|
|