|
|
 |
STV Televizyonu HERŞEY YOLUNDA 2010 çekim programı. melekli anıt ve müzesi - nuhun gemisi maketi çekimi- melekli şahmaran tepe çekimi - melekli yöresel yemekler - melekli kız isteme ve kına gecesi etkinlikleri - melekli kafkas folklor ekibi.
TGRT televizyonu binbir renk anadolu 2011 çekim programı, melekli dinazor tepe görüntüleri, melekli anıt ve müze, melekli şahmaran tepe görüntüleri ve hikayesi, melekli kültepe urartu mezarlıkları ve yontma taş devrine ait kalıntılar, melekli kafkas halk oyunları, melekli düğünleri.
STV Televizyonu MACERACI programı melekli çekimleri. melekli düğünleri, melekli anıt ve müzesi, melekli nuh gemisi maketi görüntüleri, ağrı dağı görüntüleri,
IĞDIRDA HALK HİKAYELERİ VE EFSANELER
MELEKLİDE ANLATILAN ŞAHMARAN HİKAYESİNİN ÖZETİ :
Yöre halkının inanışına göre, yılanların şahı Şahmaran, ve bütün yılanlar ığdırın Melekli Kasabası Kültepe Deliktaş mevkinde yaşarmış. Hükümdarları Şahmaran ise gözleri kilometrelerce uzağı görebilen, üstün niteliklere sahip bir yaratıkmış. Söylenceye göre Bir gün Atabey adlı bir genç arkadaşlarıyla Şahmaran tepe etrafında yürürken bir kuyuya düşmüş kuyuda yaşayan yılanlar Atabeyi hemen alırlar kuyunun dibinde bulunan Şahmarana götürürler, Şahmaran Atabeyle biraz konuştuktan sonra yılanlara onu öldürmesini emreder fakat Atabeyin çok yakışıklı olduğunu hisseden ve yılanlara karşı cesurca direnişini gören Şahmaran Atabeyi affeder fakat ebedi olarak kuyuda onunla yaşaması ister, gel zaman git zaman Atabey kuyuda yaşamaktan sıkılmaya başlar ve Şahmarandan onu serbest bırakmasını ister Şahmaran ise bunu asla kabul etmez çünkü Atabeyi serbest bıraktığı anda insanoğlunun burayı bulacağını ve onlara zarar vereceğinin bilincindedir, gün geçtikçe Atabeyin güzelliğinin bozulduğunu ve serbest bırakılması için yalvarışlarını gören Şahmaran artık dayanamayıp deliler gibi aşık olduğu Atabeyi serbest bırakmaya karar verir ve bırakır. Atabey ise bu kuyunun sırrını ve burada gördüklerini hiç kimseye söylemeyeceğine dair söz verir ve kuyudan ayrılır, bu arada dönemin padişahı amansız bir hastalığa yakalanmıştır ve onu bu hastalıktan kurtarmanın tek yolu yılanların şahı şahmaranın etinin suyunu kaynatıp içmekten geçermiş,baş Vezir ise padişahın hastalığına en çok sevinenlerden biriymiş, çünkü onunda en büyük arzusu Şahmaran’ı bulmakmış. Şahmaran’ı bulup onun etinin suyunu içerek bilgiye kavuşmak ve böylece saraydaki hakimiyeti eline geçirmekmiş, padişahın baş veziri Atabeyin Şahmarandan haberdar olduğunun hissediyormuş, bu yüzden baş vezir Şahmaran’ı bulmak için padişahtan hemen izin istemiş padişah ise amansız hastalıktan kurtulup eski gücüne kavuşmak için hemen baş vezirine yetki vermiş, baş vezir ise Atabeyi gidip evinden aldırmış ve haftalarca işkence yaptırarak Şahmara’nın yerini söylemesini istemiş, Atabey ise konuşmamakta ısrarlı olunca vezir demişki bak Atabey biz Şahmaranı istemiyoruz padişahımız amansız bir hastalığa yakalanmış bu hastalıktan kurtulmanın tek yolu bir bitkide saklıymış var git ona söyle o bitkinin hangi bitki olduğunu desin bize Atabeyde buna inanmış ve tutmuş kuyunun yolunu Kuyunun yanına vardığında, vezirin askerleri yakalamışlar Atabeyi Meğer Atabey takip altındaymış. Atabeyi alarak Sarayda bekletmişler. Beklerken ölüp ölüp dirilmiş. Ama son pişmanlık fayda etmezmiş. Şahmaran’ı altın bir tepside getirmişler. Başı gururlu ve dimdikmiş Şahmaran’ın. Atabeyden başka kimseye bakmıyormuş. Gözleri sadece ve sadece ona kilitliymiş. Bir süre sessizlik olmuş. Ve sonra Şahmaran dile gelmiş… -“Ben sana bu topraklarda Aşk ölümünedir demiştim. Ve zayıf olan ölümü hak eder. Benim zayıflığım sana aşık olmamdır maalesef. Sen bana, ben de yılanlara ihanet etmiş oldum böylece. Başımın suyu zehirlidir. Bilgi kuyruğumdadır. Ceza istiyorsan zehirimi iç.” Demiş Atabey’e Bu sözlerden sonra Şahmaran oracıkta kesilmiş. İki ayrı kazan kaynamış. Zehir kazanı ve bilgi kazanı. Vezir Şahmaran’ın sözlerini dinleyerek kuyruk suyunu dikmiş başına. Atabey ise ölümden başka bir şey düşünmeden zehir dolu tası içmiş. Vezir, hemen yıkılmış, vücudunun her yerinden kanlar fışkırmaya başlamış.Atabey, içindeki yangının azar azar söndüğünü hissetmiş ve yavaşça çıkmış gitmiş saraydan. O günden beridir, o topraklarda , yoksul halkın arasında bir lokman hekim olarak almış yürümüş Şahmaran….
IĞDIR AKUD KÜLTÜR ARAŞTIRMA EKİBİ

Boz Pişiyh
Anası oğluna ”Eye Elekber…hele çıx eşiye” diye seslendi.
Elekber evde divana uzanıp heyal qururdu.Axşam serini hele tezze tüşmüşdü.Elekber anasının sesine diyhsindi birden,divannan tüşüp çıxdı eşiğe.Baxdı ki anası oturup eyvanın pillekeninde,önündede ağzı düyümlü qara bir torba.
Anası Elekber’e;”Gel bu pişiyi azdır getsin.Apar o aşşağı meyhlelerin birine ötür.Bu pişiyhlerin elinnen dolanabilmek olmur hayatta.Zatan bununda qarnı burnundadı,böyüne sabaha balalıyar,o vaxt heç çekemmenik derdini.”dedi
Elekber orda burda çox eşitmişdi ki;”Pişiyin bığlarını yolsan,o pişiyh birde tapabilmez yolunu” diye.Elekber anasına dönüp dedi;”Ay ana,qoy ele men bunun bığlarını dibden vırım getsin,tapabilmesin birde evin yolunu.”
Elekber bele deyende anası qaşlarını endirip;”Sefeyh sefeyh danışma ey!Bele cür cür işleri hardan örgenirsiz bilmirem ki?Az danış,yeri get,gel yubanma orda burda.” dedi.
Elekber ilk okulun dördüncü sınıfını dört zayıf not ile pitirmişdi.İki günde bir oturardı dersin başına,o da ancaq Allah havarnan.Axlını vermişdi atari oyunlarına.Başınnan qalxmaq nedi bilmirdi oynun.Ağabeyisi Veli gelip,qulağının dibini şilleye vermiyene qeder oturmazdı dersinin başına.
Elekber evin son balasıydı.Veli’den yeke bir de Musa ağabeyisi varıydı.İki ağabeyiside evliydi.Musa’nın evi ayrıydı,Veli de arvadıynan hele babasının yanında qalırdı.İki otağlı evin balaca otağında yatıp qalxırdılar.
Anası Elekber’i herden bir ”Son beşiyim,evim eşiyim” diye sesliyerdi.Bunu çoğu vaxt evde qonaq olanda yapırdı.Elekber de utandığınnan pazı kimin qızarıp,qoyup qaçardı eşiye.Qonaqlar gidende de gelip anasına herslenerdi ele dedi diye.O herslenendede anasının daha da çox xoşuna giderdi.
Elekber,barmağını torbanın düyümüne ilişdirip,çıxdı kuçeye.Xırda,xırda adımlarnan sallana,sallana uzzaqlaşdı evden.
Bir müddet ilerledikten sonra iki meyhle aşşağıdaki caminin qabağında durup,yolun qırağındaki patosa baxtı;sonrada ”Ele men bu pişiyi haqqıdı atam bunun içine.Sağlam yerdi diyesen,iti qurdu da gelip ellemez torbayı.”diye fikirleşip zıqqana,zıqqana çıxdı makinanın üsdüne.Makinanın içine eyicene eyilip,züvdürdü elinnen torbayı.
Elekber qayıdıp eve gelende axşam ezanı tezze oxunurdu.Qaranlıqın hakimiyeti,yavaş,yavaş baş gösdermeye başlıyırdı qasabada.
Elekber,hayatın qapasınınnan girende gördü ki anası oturup eyvanda onu gözlüyür.
”Arxayin ol,halleledim” dedi anasına Elekber.
”Harda azdırdın pişiyi?”
”Cami hayatının qabağına bir patos eylemişdiler,onun içine saldım.”
”Be ömrü gödeyh olmamış,demirsen patosu aparıp işledeler?”
Elekber bunu heç yadına getirmemişdi.Rengi,urfu qaçtı birden.
Ama birez fikirleşdikten sonra patosun köyhne olduğu geldi yadına.Dönüp anasına;”Paton eskiydi ana,işledip elemezler,telesme.” dedi.
Bu cevap anasını heçde arhayin elemedi ama hava qararırdı diye de dala qayıtmasını da istemedi Elekber’den.
”Elese elini üzünü yu,gir eve dersine çalış” deyip girdi eve anası.
Axşam çöreyi yeyilende ne Elekber ağzını açıp bir kelime danışmışdı,ne de anası.O axşam Veli,arvadıynan getmişdi qaynatasına qonaqlığa.Elekber’in babası Sefer dayının heç bir şeyden xeberi yoxuydu.Onun heyvanlarnan arası çox eyiydi.Hele o pişiyhlerin çöreyini her gün özü öz elinnen vererdi.İneği,qoyunu yoxuydu Sefer dayının.Kômun qapısını aralayında,yeddi dene pişiyh balasıynan,üç dene de götü eyri cüce görülürdü.Zatan sefer dayıya dedesinnen qala qala iki tike yernen,bir de bu pişiyh balaları qalmışdı.Dededen qalanının üsdüne pek bir şey qoyammamışdı.Yayda o yerleri ekip piçer,evi ele geçindirerdi.
Sefer dayı durumun ferqine çoxdan varmışdı.Çünkü eve geldiği vaxtdan bu yana arvadıynan uşağının halını görürdü.İkisinin de ağzı berk,baxışları sabitiydi.
Sefer dayı arvadına ”Xeyirdi bele Refiqe,ye danışmırsız?” deye soruşdu.
Refiqe dönüp önce Elekber’e sonra da erine baxıp”Sefer,sene bir şey diyecem,yegin sen Allah herslenip eleme .” dedi.
Sefer dayı”De görüm,ne diyesen?” deye cevapladı arvadını.
Arvadı gözünü kilimin saçağına ilişdirip,dedi;”Boz pişiyi verdim Elekber’e azdırsın,o da aparıp eski bir patosun içine atıp.İndi de üreyimize qorxu tüşüp ki;patosu aparıp işledeler.”
Sefer dayı bunu eşidende hersinnen tişi bağırsağını kesdi ama heç ne ses elemedi.Görürdü ki;arvadı da uşağı da itten peşman olupdu.Sefer dayı tek ”günahı boynuna” diyebildi arvadına.
Sefer dayı ele diyende Refiqe’nin eli ayağı esim esim esdi.Dedi ”bes men neyniyim axı?Bir deyil beş deyil,hansının derdini çekim?Kôm doludu ağzına qeder pişiyhnen,eyvanda çöreyh yemeye hesretik,az qalalıllar ağzımızda ki tikeyi qaçıdalar.O pişiyhde burda balalasaydı,lap yaman güne qalardıq.
”Cehennemin dibine qalardıq!” deye sözünü kesti Sefer dayı.”Sonra da baxdı ki arvadının dili durmuyacaq,hersini yeyip;”Kâş azdırmasaydız,yazzığıydı heyvana.Her ne ise…qax çay qoy,eyvanda çay içek,üreyim darıxdı.” diye devam eledi sözüne.
Refiqe durdu ocağa teref çay qoymaya.Birden pencerenin önünnnen bir mavıltı sesi geldi.Refiqe başını tez çevirdi sesin geldiği yere.O da eriynen oğlu kimin isdiyidi ki boz pişiyin sesi olsun bu ses.Tez yumuldu perdeyi çekti.
Bir de ne görsünler?Boz pişiyh,yığıp ayaklarını götünün altına,oturup camın önünde.
Bu evde illerce toy,bayram olmuşdu ama heç belle bir şennik olmamışdı.
Uzzaqdan gören diyerdi ki;”Bunların ye ineği cüt doğup,ye de ki qurbanları qebul olup”.
IĞDIRDA HALK HİKAYELERİ VE EFSANELER
ŞAHMARAN HİKAYESİ
Melekli kasabasında asırlardan beri Şahmaran yani ayak kısmı yılan ve üst tarafı insan olan bir varlıktan bahsedilir durulur.
peki Melekler Mekanı olarakta adı geçen Meleklide şahmaran efsanesi hakkında bilgiler nelerdir.
Şahmaran Farsça bir kelime ve yılanların şahı anlamındaki Şah-ı Maran’dan geliyor. Şahmaran figürü bir yılan, bir ejderhadır. Baş kısmı insan olan, yılanla insanın birleşmesinden meydana gelmiş doğa üstü bir yaratıktır. Yılan figürleri genelde kötülük ya da uğursuzlukla ilişkilendirilirse de insan başlı Şahmaran, doğurganlık, bereket ve bilgeliği sembolize etmiştir. Eskilerden beri meleklide uğur getirmesi için Şahmaran’ın resimleri kadınlar tarafından odaların duvarlarına asılırdı. Pek çok farklı versiyonda Şahmaran hikayesi bulunmaktadır ama bunlar genelde birbirlerinin benzeri olup, yer ve kişiler değişikliğe uğramaktadır.
Melekli Şahmaran’ı ise iki farklı şekilde anlatıla gelmiş. Yöre halkının inanışına göre, yılanların şahı Şahmaran, ve bütün yılanlar ığdırın Melekli Kasabası Kültepe Deliktaş mevkinde yaşarmış. Hükümdarları Şahmaran ise gözleri kilometrelerce uzağı görebilen, üstün niteliklere sahip bir yaratıkmış. Söylenceye göre Bir gün cihan şahın dünyalar güzeli kızını hamamda yıkanırken görmüş ve görür görmezde aşık olmuş. Cihan şahtan kızını istemiş ancak şah hem korktuğu hem de çirkin bulduğu için kızını Şahmaran’a vermek istememiş, Bunun üzerine Şahmaran, Şahın kızını kaçırmaya karar vermiş, Hazırlıklarını yapıp dünyalar güzeli kızın hamamda olduğu bir gün buraya gelmiş Ancak Şahın adamları durumu fark edip Şahmaran’ı oracıkta öldürmüşler.
Hükümdarlarının öldüğünü duyan tepedeki yılanlarda şehri basıp istila ederek insanlara aylarca korku vermişler ve hatta yüzlerce insanı zehirleyerek şahlarının intikamını almışlar.
DİNAZOR TEPESİ (URUSUN BUCAĞI)
Melekli Beldesinde bulunan bu ilginç kalıntı yöre halkınca urus’un bucağı yada dinazor tepe ismiyle anılan mevkide bulunmaktadır. Yöre halkı tarafından kaya dinazorla ilgili bir çok efsaneler anlatılmaktadır. Söylenceye göre urus’ un bucağı mevkide APATOSAURUS türünden bir dinazor yaşarmış ve yörede yaşayan insanlar buna kısacası urus dermiş. urus un bucağı mevkisi isminide bu dinazorun uzantısından almış, dinazor otçul ve zararsız ve yöre halkı tarafından çok sevilirmiş, Ağrı Dağının patlaması sonucu Apatosaurus püsküren lavlar altında kalarak taşlaşarak fosil haline gelmiş. Günümüzde aynı mevkide apatosaurus soyundan geldiğine inanılan iri kertenkele türleride mevcuttur. Taş dinazor etrafında bozulmamış doğal manzarasının yanı sıra çevre düzenlemesi yapıldığı taktirde ığdırın en önemli turizm cazibe merkezi haline gelecektir.
Apatosaurus: (anlamı: aldatıcı kertenkele) Jura döneminin sonunda, yani günümüzden 140 milyon yılı aşkın süre önce yaşadığı söylenmektedir otçul dev boyutlu dinazor türü.
Dinazorlarla ilgili pek çok filmde ve kitapta kullanıldığı adıyla Brontosaurus da denen bu dev boyutlu dinazora, paleontoloji uzmanları, Apatosaurus adını vermişlerdir.,,
MEŞTİ İBAT

meştibat hikayesinin doğuşu:
melekli kasabasında hacı zekerya sahur'un (mert) öz dayısı olan meştibat 19. asırda kasabanın en güzel kızlarından eşey'e aşık olur, zamanla kara sevdaya dönüşen meştibatın aşkı tüm bölgede duyulmaya başlar, güzel kız eşeyden hiç ilgi görmeyen meştibat sovyet sınırını geçerek azerbaycana gider, çok iyi bir müzisyen olan meştibat sevdiğinden ilgi görmeyince kendini tamamen müzik sanatına verir, meştibat garmon tar ve nagara gibi müzik aletlerinde bölgede en tanınmış isimler arasında yerini alır, azerbaycanda sarı ehmet biriyle düğünlerde nagara çalıp şarkı söylermiş, zamanla yaşlandığını hisseden meştibat bir müddet sonra bakü köhne bazarında bir baharatçı dükanı açarak yaşamına devam eder ve zamanla çok iyi paralar kazanan bu şahsiyet yine ığdırdaki sevdiği kız eşeye çok benzeyen gülnaz diye bir kıza gönlünü kaptırır. kendisi yaşlı olduğu halde 15 yaşındaki bir kızla evlenme çabaları köhne bazarda bulunan esnaf arkadaşları ve mahalle sakinleri tarafından esefle kınanır, gülnazı almak için büyük bir mücadele veren meştibat baküde gazetelere konu olur, bu konu azerbaycanlı ünlü yazar üzeyir hacıbeyovun dikatini çeker ve hikayeyei kaleme alır. ve zamanla azerbaycanın en güzel aşk klasikleri arasında yer alır meştibat.
meştibat doğduğu kasaba melekliyi terkettiği zaman eşey için iki mısralık bir söz söyler
eşey hanım
meni vatana hasret
senide balaya hasret
meştibat bu sözünden sonra bir daha doğduğu toprakları görmek nasip olmaz eşey hanıma ise çocuk nasip olmaz.
meştibat bir ara bakü radyosundan doğduğu kasaba halkına şöyle seslenir
''keçi kerim meleklide keçiler gene gorğoza gedirmi''
bunu duyan rus KGB liler meştibatı türk ajan olarak tutuklar ve sibiryaya sürgüne gönderir ve meştibat o günden sonra kayıptır mezarının nerede olduğunda bilinmez, meleklide bulunan akrabaları meştibatı bulmak için çok çaba sarfettiler fakat hiç bir sonuca ulaşamadılar. kasaba sakinlerinden silah ustası hacı zekarya sahur dayısının adını yaşatmak için kendi oğluna dayısının adını takmıştır. kendi oğluda dayısı gibi müzisyen ve tiyatrocudur. azerbaycan müziğini türkiyede en iyi yaşatan şahsiyetlerdendir meştibat sahur.

meştibat sahur
RÜŞAN TURAN VE İBRAHİM BAŞOL HİKAYESİ
kasaba sakinlerinden rüşen amca ve iboş emmi köy bakkalında yalan yarışmasına girer iboş emmi dedesinin ahırından bahseder ve benim dedemin o kadar bir uzun ahırı varmışki inek bu başında buğaya gelirmiş öbür başına gidinceye kadar inek doğururmuş der.
bunun üzerine rüşen emmi az düşündükten sonra derki benimde babamın o kadar uzun bir zolası vardıki onun sayesinde bizim bahçeye hiç yağmur düşmezdi bahçemiz üzerinde biriken bulutları hemen o zolayla dağıtırdık. bu büyük yalana dayanamayan iboş emmi hemen yüzünü ekşiterek sorar rüşen emiye yalanın bukadarıda olmaz onca uzun zolayı peki nerede saklıyordunuz,
rüşen emi sizin ahırda diye cavap verir 
HACININ ŞEYTAN TAŞLAMASI
falan köyden bir yaşlı hacca gitmiş haccda şeytan taşlamaya sıra gelince şeytan bay hocam sen niye gelipsen bura çok ğecelat eledin meni sen menim hocamsan men senden çok şey öyrenmişem deseydin men senin ayağına iğdıra gelerdim orda daşlıyardın meni 

İSMET MAKİNİST MURAT AKKUŞ MESELESİ
ramazan ayının tam ortası gazeteci murat akkuş arkadaşlarıyla birlikte melekli asfalt boyu kavun sebze pazarına gider, asfalt boyu semavarların kaynadığını mangallların yandığını gören murat ismet makiniste sorar, ağa ismet sizin bu melekliye oruçluk gelmemişmi herkes yiyip içmede, ağa ismetten hazır cevap '' gele bileeer tutup g....nü sitellerrr ...........
SUNAY TURAN MESELESİ
tevekkül allaha bu azrail bu aralar melekliye çok gedip gelir bir gün tutup gençler azrailide pıçaklıyacaklar israfil cebrail mikailnen olacık çüşman sahabı ..
DEDENİN SÜLALESİ 
Çocuğun biri babasına sormuş :-baba biz nasıl olduk?
Baba cevap vermiş: “maymunlardan türeye türeye biz olduk“ demiş...
tabi çocuk babasının lafına inanmamış. Annesine “biz nasıl olduk” demiş?
Annesi, “ALLAH, Âdem babayla Havva annemizi yaratmış nesilden nesile biz olmuşuz” demiş. Çocuk demiş ki “ama babam maymunlardan türeye türeye biz olduk dedi”
Anne cevap verir: “o babanın sülalesi bizi ilgilendirmez )) “
GIRILDIK
Tarixde tarixi bir iş görmedik,
Özümüzü öye-öye qırıldıq.
Yaltaqlana-yaltaqlana «urus»a,
Ermeniye söye-söye qırıldıq.
... Serf etmedik allah veren bir tebi,
Derk etmedik dediyimiz metlebi.
Şah İsmayıl, Qoç Koroğlu, Qoç Nebi,
Babamızdı - deye-deye qırıldıq.
Özümüzde yaratmadıq cüreti,
Millet kimi qorumadıq milleti,
elden verdik elde olan fürseti,
Dizimize döye-döye qırıldıq.
Qaçqınlığın, köçgünlüyün gününde,
Gün keçirdik toyuqların hininde,
Her namerdin, her alçağın önünde,
Başımızı eye-eye qırıldıq.
Vezifede bir alıcı quş olduq,
Üreyimiz yumşalmadı, daş olduq,
Hansımız ki bir mahalda baş olduq,
Yetim payı yeye-yeye qırıldıq.
Behmen Veten Oğlu
RÜŞAN TURAN VE İBRAHİM BAŞOL HİKAYESİ
kasaba sakinlerinden rüşen amca ve iboş emmi köy bakkalında yalan yarışmasına girer iboş emmi dedesinin ahırından bahseder ve benim dedemin o kadar bir uzun ahırı varmışki inek bu başında buğaya gelirmiş öbür başına gidinceye kadar inek doğururmuş der.
bunun üzerine rüşen emmi az düşündükten sonra derki benimde babamın o kadar uzun bir zolası vardıki onun sayesinde bizim bahçeye hiç yağmur düşmezdi bahçemiz üzerinde biriken bulutları hemen o zolayla dağıtırdık. bu büyük yalana dayanamayan iboş emmi hemen yüzünü ekşiterek sorar rüşen emiye yalanın bukadarıda olmaz onca uzun zolayı peki nerede saklıyordunuz,
rüşen emi sizin ahırda diye cavap verir 
HACININ ŞEYTAN TAŞLAMASI
falan köyden bir yaşlı hacca gitmiş haccda şeytan taşlamaya sıra gelince şeytan bay hocam sen niye gelipsen bura çok ğecelat eledin meni sen menim hocamsan men senden çok şey öyrenmişem deseydin men senin ayağına iğdıra gelerdim orda daşlıyardın meni
DEDENİN SÜLALESİ 
Çocuğun biri babasına sormuş :-baba biz nasıl olduk?
Baba cevap vermiş: “maymunlardan türeye türeye biz olduk“ demiş...
tabi çocuk babasının lafına inanmamış. Annesine “biz nasıl olduk” demiş?
Annesi, “ALLAH, Âdem babayla Havva annemizi yaratmış nesilden nesile biz olmuşuz” demiş. Çocuk demiş ki “ama babam maymunlardan türeye türeye biz olduk dedi”
Anne cevap verir: “o babanın sülalesi bizi ilgilendirmez )) “
EDEBAZ.COM DAN ALINTILAR
Gel Sevgilim
Cüceler küke yatanda gel sevgilim,
Anamgil salmanca yığanda.
Tırıs gelme, yorğa gel,
Mezar sandığın dalına gel.
İki fatiha bir kulfallahnan,
Gel sevgilim gel,
Gel sevgilim gel.
Kuçelerde yubanmadan,
Özû allahın, qılıcına vırmadan,
Üreyin dalı döymeden,
Meyhlenin arvatları bize söymeden gel.
Gel sevgilim gel,
Gel sevgilim gel.
Kâğçılar kâğa getmeden,
Deden yuxudan qaxmadan,
Sallağana itteri dalâ salmadan,
Yuxunun şirin yerinde gel.
Xeber yollama özün gel.
Gel sevgilim gel,
Gel sevgilim gel
EDEBAZ.COM
Ağrı Dağı’nın heybetine karşı oturmuş ve coğrafyasının mistik havasına yeterince hâkim Iğdır’ın şirin köyü Melekli’nin çaybaşı çayxanasından söhbet aparax birez de. Bu çayxananın ilk göze çarpan ilgi çekici yanı axarsuya 3 adım yaxında olmasıdır. Dışardan bakınca normal çayxana kimin görünse de içinde çok meraxlı mezvular olur herzaman. İlk olarak şunu söylemeliyem ki, bu çayxanada herkesin ayrı öz masası var. Biri birinin yerinde oturmaz. Herkesin ayrı masası var dedim; ama kişiye özel masa değil tabi ki… Yani, çaybaşı çayxanası çox mozaik yapıya sahipdi.
Burada ayrı ayrı 2 tane sağda, 3 dene solda, 2 dene en dibde 1 dene de tam ortada kare şeklinde bir masa devamlı boş olar (çaylak masası)… Evet herkesin masası var demiştik. İtciler (köpekçiler) masası, kuşcular masası, atcılar masası, goyuncular ve malcılar masası, politikacılar masası (siyasetin gerişini atıllar).
Ve tam ortadaki boş masa (Çaylak masası).
BALİ MESELESİ
Melekli’nin 12-15 yaş arası birkaç genci Bally bağımlısıdırlar. Hemen hemen hergün aynı dükkâna girip Bally alırlar. Dükkâncı her seferinde sorar:
-‘’Neyirsiz bally’yi ?’’
-‘’Heç emi lazımdı.’’
Bir diğer gün çocuklar yine bally aldıklarında aynı soruyla karşılaşırlar:
-‘’Ee xeyirdi neyirsiz siz bu bally’leri ?’’
-‘’Heç valla emi lazımdı yaa.’’
Bir gün, iki gün, üç gün derken bu bally trafiğinden şüphe duyan dükkâncının sabrı taşar:
-‘’Gene bally alasız? Neyirsiz bally’leri ?’’
-‘’Lazımdı emi’’
-‘’Ee ibineler meleklinin pattıyan tüm tekerlerini siz yamıyırsız?!! Adi şerefsizler sihdirin gedin yoxdu bally malli.
YILDIZ FALINIZ
Qıdıx Burcu: Siz de bu inat varken ölene qeder çüreye muhtaç olacaxsız.kôtanıyzı yere ilişdirmeyin ki;birez servax olun.sizin bu inadıyızın poxuna gezegen mezegende görsenmir heç.gezegeni siyhdir et göyde dene yıldız yoxdu ay qardaş,men ne deyim indi size.gedin özüyze iş arayın.
Exrep Burcu: Özellikle ‘yay exrepleri”nin dikkatine! Bu aralar kadınlardan uzak durun. Yaz boyu kuyruğunuzda biriktirdiğiniz zehirle kime dokunsansınız balatasız gider. Sosyâl ortamlarda onu bunu az sancın, milletin sizden zeyhlesi getmesin. Paraya gelince: Torpağı deşmekden macal tapmırsız ki parayıda tapasız
boğa:birez çöl işi var size,baş-göt olsun,gör-ot olsun
ikizler:size de çırpı işi görünür.
akrep:siz de onun bunun samannığında az göt verin,yaxalasalar deriyze saman basacaklar.
terazi:size yemek işmek görünür gardaş.harayı sikipsiz?

meştibat hikayesinin doğuşu:
melekli kasabasında hacı zekerya sahur'un (mert) öz dayısı olan meştibat 19. asırda kasabanın en güzel kızlarından eşey'e aşık olur, zamanla kara sevdaya dönüşen meştibatın aşkı tüm bölgede duyulmaya başlar, güzel kız eşeyden hiç ilgi görmeyen meştibat sovyet sınırını geçerek azerbaycana gider, çok iyi bir müzisyen olan meştibat sevdiğinden ilgi görmeyince kendini tamamen müzik sanatına verir, meştibat garmon tar ve nagara gibi müzik aletlerinde bölgede en tanınmış isimler arasında yerini alır, azerbaycanda sarı ehmet biriyle düğünlerde nagara çalıp şarkı söylermiş, zamanla yaşlandığını hisseden meştibat bir müddet sonra bakü köhne bazarında bir baharatçı dükanı açarak yaşamına devam eder ve zamanla çok iyi paralar kazanan bu şahsiyet yine ığdırdaki sevdiği kız eşeye çok benzeyen gülnaz diye bir kıza gönlünü kaptırır. kendisi yaşlı olduğu halde 15 yaşındaki bir kızla evlenme çabaları köhne bazarda bulunan esnaf arkadaşları ve mahalle sakinleri tarafından esefle kınanır, gülnazı almak için büyük bir mücadele veren meştibat baküde gazetelere konu olur, bu konu azerbaycanlı ünlü yazar üzeyir hacıbeyovun dikatini çeker ve hikayeyei kaleme alır. ve zamanla azerbaycanın en güzel aşk klasikleri arasında yer alır meştibat.
meştibat doğduğu kasaba melekliyi terkettiği zaman eşey için iki mısralık bir söz söyler
eşey hanım
meni vatana hasret
senide balaya hasret
meştibat bu sözünden sonra bir daha doğduğu toprakları görmek nasip olmaz eşey hanıma ise çocuk nasip olmaz.
meştibat bir ara bakü radyosundan doğduğu kasaba halkına şöyle seslenir
''keçi kerim meleklide keçiler gene gorğoza gedirmi''
bunu duyan rus KGB liler meştibatı türk ajan olarak tutuklar ve sibiryaya sürgüne gönderir ve meştibat o günden sonra kayıptır mezarının nerede olduğunda bilinmez, meleklide bulunan akrabaları meştibatı bulmak için çok çaba sarfettiler fakat hiç bir sonuca ulaşamadılar. kasaba sakinlerinden silah ustası hacı zekarya sahur dayısının adını yaşatmak için kendi oğluna dayısının adını takmıştır. kendi oğluda dayısı gibi müzisyen ve tiyatrocudur. azerbaycan müziğini türkiyede en iyi yaşatan şahsiyetlerdendir meştibat sahur.

meştibat sahur
YAPTIĞIN KÖTÜLÜK BİR GÜN GELİR SENİ BULUR :
Zamanın birinde bir köyde bir kadın yaşarmış. Bu kadının kimsesi yokmuş bir tane oğlu varmış. Oğluda askerdeymiş.. Bu kadın ekmeğini hiç kimseyle paylaşmazmış.Çok cimri ,kötü huylu, kötü bir kadınmış. Bir gün bir dilenci gelmiş kadına demiş ki karnım çok aç. Bana ekmek verir misin? Demiş. Kadın tabi hiçkimseyle ekmeğini paylaşmadığı için adama çok sinirlenmiş. Vermemiş, o gün adam çekmiş gitmiş. Tekrar birgün başka bir dilenci daha gelmiş. O da çok açmış karnı. Ne olur demiş hiç ekmeğim de yok ,gidecek yerim de yok. Bu gece burada kalabilir miyim demiş. Tabi kadın bunu kabul etmemiş. Kadının aklına kötülük gelmiş, acaba ne yapabilrim? Kadın adama demiş ki ben demiş sana ekmek verecem ama burada kalmana izin vermiyorum demiş. Adam tabi ki kabul etmiş. Kadın ekmek yapmış içine zehir koymuş adama vermiş. Adam da sevine sevine almış, gitmiş ama yememiş çantasına koymuş. Biraz gitmiş gitmiş sonra bir tane oğlana rastlamış. Oğlan halsiz ,zar zor yürüyormuş. Konuşmuşlar oğlan demiş ki benim karnım çok aç ,ekmeğin var mı? Adam var demiş. Bir köyden bir kadın bana ekmek verdi.Bu ekmeğimi seninle paylaşıcam demiş. Adam ekmeği kırmadan çocuğa vermiş Çocuk da yemiş ekmeği orda ölmüş. Ondan sonra köye haber duyulmuş. Kim öldü ,kim öldü derken bir de bakmışlar ki yaşlı kadının oğlu ölmüş. Kadın ağlamış, sızlamış eyvah! Ben kötülük yaptım. O ekmeği ben verdim. Kötülük yaptım, kötülük geldi beni buldu. Oğlum öldü. Kadın sonra çok pişman olmuş. İş işten geçmiş.Kötülük yaptığı için kötülük gelmiş sonunda kendini bulmuş.
Tülkü Həccə gedir

Tülkü qocalmış idi,
Şikardan qalmış idi.
Ov keçmirdi əlinə,
Ət dəymirdi dilinə.
Həftələrlə qalıb ac,
Dolanırdı yalavac.
Ova batmırdı dişi,
Yaman keçirdi işi
Günü olmuşdu qara,
Düşündü, tapdı çara:
Təsbeh aldı əlinə,
Şal bağladı belinə,
Ayaqlarında çarıq,
Başında tirmə sarıq,
Çiynində atlaz əba,
Əlində zorba əsa.
Ağlayırdı, gedirdi,
Çölləri seyr edirdi;
Olmuşdu mömin bəndə
Çatdı böyük bir kəndə.
Kənd ağzında bir xoruz
Eşələnirdi yalqız
Gördü ki, tülkü lələ,
Girmiş başqa bir şəklə.
Gəlir təsbeh əlində,
Bir şal qurşaq belində,
Ayaqlarında çarıq,
Başında tirmə sarıq,
Çiynində atlaz əba,
Əlində zorba əsa.
Ağlayır, təsbeh çəkir,
Gözündən qan-yaş tökür...
Xoruz durub uzaqdan
Baxdı ona bir zaman
Dedi: - A tülkü lələ,
Neçin girdin bu şəklə?
Yoxsa sənə, ey baba,
Üz veribdir bir bəla?
Tülkü başın salladı,
Hönkür-hönkür ağladı.
Dedi: - A məstan xoruz,
Gözləri mərcan xoruz!
Qocalmışam, düşmüşəm,
Sizi çox incitmişəm.
Məndən daha qaçmayın.
Dərdlərimi açmayın.
Daha üzüm qaradır.
Qəlbim dolu yaradır.
Halal-haram qanmadım.
Gəldilər kəndə yaxın.
Toyuqlar axın-axın
Küçədə dənlənirdi,
Yem tapıb şənlənirdi.
Gördülər tülkü lələ
Giribdir başqa şəklə:
İri təsbeh əlində,
Bir şal qurşaq belində,
Ayaqlarında çarıq,
Başında tirmə sarıq,
Çiynində atlaz əba,
Əlində zorba əsa,
Gedir yol ilə birbaş,
Xoruza olmuş yoldaş.
Birdən qaqqıldaşdılar.
Bu hiyləyə çaşdılar.
Toyuq-xoruzdan biri,
Gəldi bir az irəli,
Dedi: - A lovğa tülkü,
Quyruğu darğa tülkü!
Yoxdur səndə mərhəmət,
Bizə verirsən zillət.
Gizli-gizli gecələr,
Kəndə girib bixəbər
Bizi çapır, çalırsan,
Hinə şivən salırsan.
Yoxmu bizim canımız?
Halalmıdır qanımız?
Etdik biz də bir tədbir,
Vardır yaxında çox “pir”;
Onlara ip bağladıq,
Nəzir verdik, ağladıq;
Kəsdik minlərcə qurban,
Verdik fəqirə ehsan;
Qəbul olmuş duamız,
Səni tutmuş ahımız.
Tülkü alışdı-yandı,
Əsasına dayandı;
Sonra başın salladı,
Hönkür-hönkür ağladı,
Dedi: - Düzdür, can xoruz,
Gözləri mərcan xoruz!
Indi üzüm qaradır,
Qəlbim dolu yaradır...
Yamanlıq olmuş işim,
Daşa dəysin bu dişim.
Qocalmışam, düşmüşəm,
Sizi çox incitmişəm.
Daha tövbə edirəm,
Indi həcca gedirəm...
Bu işə mat qaldılar,
Tülküyə yan aldılar,
Çaşdılar bu sözlərə,
Qan-yaş doldu gözlərə,
Söylədilər: - Ay lələ!
Qurban bu şirin dilə!
Xasiyyətin dəyişmiş.
Nə gözəl işdir bu iş!
Amandır, tülkü lələ,
Bizi apar özünlə
Tülkü dedi: - Nə olar,
Gəlin, gəlin, balalar!
Uçub gəldi cümləsi;
Toyuq-xoruzun səsi
Çulğaladı hər yanı,
Kəndi, çölü, ormanı.
Bir xoruz oldu zirək
Uçdu dama sevincək:
- Quqquluqu! – Çəkdi car, -
Olduq bizlər bəxtiyar:
Aydın olsun gözünüz,
Gəlin, görün özünüz
Tülkü olub peşiman,
Tökməyəcək bir də qan.
Mö’min olmuş bu kişi,
Bizimlə yoxdur işi;
Ağlayır, tövbə edir,
Birbaşa həcca gedir,
Kənddə toyuq-cücələr,
Bundan tutunca xəbər,
Bir-birinə baxışdı,
Güyə düşdü, axışdı:
İşi doğru bildilər,
Uçub qaçıb gəldilər.
Inandılar tülküyə,
Peşiman olmuş, - deyə,
Biri öpür əbasın,
Biri dəmir əsasın,
Biri təsbeh, sarığı
Biri kirli çarığı
Batmış hamı sevincə,
Gülürlər incə-incə
Gətirdilər duz-çörək
“Dərə xəlvət, tülkü bəy”.
Dururdu kefi çox saz,
Baxırdı saymaz-saymaz
Bir az söhbət etdilər,
Yola düşüb getdilər,
Çovuş oldu birisi,
Basdı kəndi cır səsi,
Keçdi dəstə başına.
Papaq endi qaşına,
Əlində uca bayraq,
Oxuyurdu, o şaqraq
Dəstə şən, təmtəraqla,
Gedir çovuş bayraqla
Tülkü düşmüş irəli,
Arabir dönüb geri
Gizli-gizli baxırdı.
Ağzından su axırdı.
Sanki ölçüb-biçirdi,
Köklərini seçirdi.
Kəsilmişdi taqəti,
Gözləyirdi fürsəti.
Getdilər bir az daha,
Çatdılar bir səhraya
Tülkü dəyandı, durdu,
Başladı hiylə qurdu,
Dedi: - Ay canım xoruz,
Gözəl məstanım xoruz!
Namaz vaxtıdır, dayan!
Çıx ağaca ver azan.
Alıb tez dəstəmazı,
Qılaq burda namazı.
Xoruz çıxdı, ucadan
Verdi gözəl bir azan.
Tülkü dedi: - Tez durun,
Namaz üçün səf qurun!
Olsun xoruz pişnamaz,
Daha başlansın namaz!
Bağırdılar: - Yox, olmaz,
Bizim cinsə yaraşmaz.
Əslindən pişnamazlıq
Sənin şəninə layıq.
Tülkü dartdı özünü,
Turşutdu üz-gözünü,
Dedi: - Məndən çəkin əl!
Olmuşam çox bədəməl
Öldürmək olmuş işim,
Qanlar tökmüş bu dişim
Mənim kimi yaramaz
Olarmı heç pişnamaz?
Arıq xoruzun biri
Gəlib keçdi irəli
Tülkü bala yanladı,
Səfləri sahmanladı.
Kökləri düzdü sona,
Ürəyi yana-yana
Hiyləni saz eylədi.
Durdu belə söylədi:
- Mən keçmişəm ən sona.
Ürəyim dönmüş qana,
Yalvarıram yaradan
Keçsin günahlarımdan
Peşimanam işimdən,
Bezaram keçmişimdən.
Artıq tövbə etmişəm,
Ağlamaq olmuş peşəm.
Siz namazı başlayın,
Məni bir ölü sayın.
Deyib oturdu yerə,
Ağladı birdən-birə
Səflər coşub-daşdılar,
Namaza qalxışdılar.
Dörd səf düzülmüş idi,
Gözlər süzülmüş idi.
Pişnamaz dedi: - Quqqu!
Azançı: - Quqquriqu!
Oxundu qısa dua,
Əyildilər torpağa,
Tülkü qaldırdı başın,
Atdı möminlik daşın
Baxdı ora-buraya,
Göz gəzdirdi sıraya
Od parladı gözündən,
Artıq çıxdı özündən,
Sahmanladı işini,
İtilədi dişini.
Atdı təsbeh, əbanı,
Sarığı, həm əsanı.
Baxdı o yan-bu yana,
Dik atıldı meydana.
Yırğalandı quyruğu,
Boğdu on beş toyuğu...
Duyub o yerdə qalan,
Qurtardı tülküdən can.
Uçdu hərə bir yana,
Düzə, çölə, ormana
Çölü basdı qışqırıq,
Qopdu böyük fısqırıq.
Tülkü işin bitirdi,
Ovlarını gətirdi,
Çıxdı bir göy yamaca,
On gün yedi doyunca
YAPTIĞIN KÖTÜLÜK BİR GÜN GELİR SENİ BULUR
Zamanın birinde bir köyde bir kadın yaşarmış. Bu kadının kimsesi yokmuş bir tane oğlu varmış. Oğluda askerdeymiş.. Bu kadın ekmeğini hiç kimseyle paylaşmazmış.Çok cimri ,kötü huylu, kötü bir kadınmış. Bir gün bir dilenci gelmiş kadına demiş ki karnım çok aç. Bana ekmek verir misin? Demiş. Kadın tabi hiçkimseyle ekmeğini paylaşmadığı için adama çok sinirlenmiş. Vermemiş, o gün adam çekmiş gitmiş. Tekrar birgün başka bir dilenci daha gelmiş. O da çok açmış karnı. Ne olur demiş hiç ekmeğim de yok ,gidecek yerim de yok. Bu gece burada kalabilir miyim demiş. Tabi kadın bunu kabul etmemiş. Kadının aklına kötülük gelmiş, acaba ne yapabilrim? Kadın adama demiş ki ben demiş sana ekmek verecem ama burada kalmana izin vermiyorum demiş. Adam tabi ki kabul etmiş. Kadın ekmek yapmış içine zehir koymuş adama vermiş. Adam da sevine sevine almış, gitmiş ama yememiş çantasına koymuş. Biraz gitmiş gitmiş sonra bir tane oğlana rastlamış. Oğlan halsiz ,zar zor yürüyormuş. Konuşmuşlar oğlan demiş ki benim karnım çok aç ,ekmeğin var mı? Adam var demiş. Bir köyden bir kadın bana ekmek verdi.Bu ekmeğimi seninle paylaşıcam demiş. Adam ekmeği kırmadan çocuğa vermiş Çocuk da yemiş ekmeği orda ölmüş. Ondan sonra köye haber duyulmuş. Kim öldü ,kim öldü derken bir de bakmışlar ki yaşlı kadının oğlu ölmüş. Kadın ağlamış, sızlamış eyvah! Ben kötülük yaptım. O ekmeği ben verdim. Kötülük yaptım, kötülük geldi beni buldu. Oğlum öldü. Kadın sonra çok pişman olmuş. İş işten geçmiş.Kötülük yaptığı için kötülük gelmiş sonunda kendini bulmuş.
:
ARASIN GÖZYASLARI
Evvel zaman içinde kalbur saman içindeyken pireler berber develer tellal iken, ağrı efsanesi herkesin dilinde, terzilerin pirinden de önce ondan da öte kadim bir sözmüş. Bir olanı, tek olanı anlatanmış ağrı dağı. Aşk Ağrıymış, Ağrı aşkmış. Aşk kuşatmış Ağrı dağını. Gözyaşları kırkpınar olup akan aşkın sahibiymiş Ağrı.
Efsunlanmış gibi zamana karşı durmuş yıllar yılı. Gözyaşları Aras suyu olmuş yürürmüş kılcal damarlardan dallara, dallardan çiçeklere, çiçeklerden çimenlere. Dağ olmuş, börtü - böcek tüm canlıları barındırmış koynunda. Açıp kollarını aşkın diyarlarına, hem arşa hem arza doğru arşın arşın yürümüş Ağrı.
Çok çok eski zamanın birinde kentlerden uzak ulu bir dağın yamacında Nuhun gizemli bahçesi olarak adlandırılan yerde, mavisi yeşiline karışmış, uzun uzun ağaçların gölgelerini cömertçe sunduğu, türlü türlü böceklerin, çiçeklerin yaşadığı, insanoğlunun pek az uğradığı yüksek kayaların, ormanların, eteklerinde buz gibi suların çağıldadığı çağlayanların arasında, şirin mi şirin, mini minnacık bir köy varmış. Bu köyün vahşi vadileri arasında nerden geldiği ve kim olduğu bilinmeyen melek adlı güzel bir peri kızı yaşarmış.
Yapayalnız bu genç kız geçimini inek sütü, keklik yumurtaları, yabani bitkiler, kökler, meyvalar toplayarak sağlarmış. Arada bir de köylere inererek topladığı bitkileri, meyvaları köylülere dağıtıp karşılığında da ihtiyacı olan eşyaları ve gıdaları alıp ortadan kaybolurmuş. Kimseyle uzun uzadıya konuşmaz, kimsede ona pek soru sormazmış.
Kim olduğunu nereden geldiğini kimse bilmez ve de gizli olağan üstü bir güce sahip olduğuna inanıldığı için herkes çekinirmiş. İn mi cin mi, ne olduğu pek belli değilmiş köylülerin gözünde. O yörede herkes onun efsunlu olduğuna inanıp kimilerine göre büyücü, kimilerine göre lanetli, kimilerine göre ermiş, kimilerine göre iyilik ve hayır meleği, kimilerine göre de allahın zararsız zavallı bir kuluymuş ama en çok peri kızı olduğuna dair söylenceler ortada dolaşırmış. Hatta hayvanlarla, kuşlarla konuştuğuna dair tanık olanlar da yok değilmiş.
Bu gün hala o yöre de Peri kızla Ağrı’nın aşkı üzerine beyitler söylenir, türküler derlenir, Peri kızın güzelliği konuşulur.
Topuğuna kadar inen saçları, simsiyah gözleri, kıpkızıl dudakları, inci dişleri, pembe yanaklarıyla çevredeki bütün kızları kıskandıracak kadar güzel ve alımlıymış.
Peri kız köye her indiğinde herkes ona hayranlıkla bakar , ağzından çıkacak bir kelimeyi beklermiş. Her gelip gitiğinde Melik isminde civan gibi gencin yüreği heyecandan göğsünün kafesine sığmaz, gümbür gümbür atarmış, yanına yaklaşmaz uzaktan uzağa seyredip Peri kızını, içi titrermiş. Peri kızı ile her göz göze geldiğinde yüreğine kor düşer gizli gizli yanarmış…
Günlerden bir gün vadideki mağarasının önündeki gölün başında oturmuş, alt tarafından çağıl çağıl akan sulara bakarak türküler mırıldanırken, bir süre sonra derin gölün mavi suyunda bir kıpırtı farketmiş Peri kız, mavi gölün içinde güneşle yıkanmış gibi yakamozlar saçan Melik Peri kızın mırıldandığı türküyle birlikte yavaşça göl suyunun mavi kanatlarında süzülüp çıkmış, Peri kızın dudağına bir öpücük kondurarak, peri kız daha ne olup bittiğini anlamadan, tekrar suya dalarak ortadan kaybolmuş.
Peri kız her gece suyun kenarına oturup Meliki beklemiş, Melik her gece vakti ayışığıyla beraber çıkıp gelirmiş. Geldiğinde de hemen gözden kaybolup gitmezmiş gün ışıyıncaya kadar, bir kelime bile etmeden biribirine sarılır öylece sabahın olmasını beklermişler.
Artık her gece dolunay ağaçların arasında ışıldarken onlar buluşmuş, sarılmışlar ve birbirilerine tek söz söylemeden ayrılmışlar. Biribirlerini öyle temiz duygularla ve derin bir aşkla sevmişlerki ve öyle alışmışlarki bir tek gece biribirini göremeden duramazlarmış.
Bir gece Melik yine çıkıp gelmiş kaldığı yere bir de bakmışki in cin yok ortalarda, bir mektup bırakarak ortadan kaybolmuş canından çok sevdiği Peri kız. Dünyası başına yıkılmış Melikin yüreği yanmışta yanmış…
Sonra mektubu açıp yüreği parçalanarak okumaya başlamış Melik.
“Ben adımı, nerden geldiğimi, kim olduğunu bilmeyen zavallı bir kızım. Kim olduğumu ve nerden geldiğimi de hiç bir zaman bilmeyeceğim. Niye böyle davrandığımı sorma, sorsanda cevabını veremem...
Şunu bilki seni ölümüne seviyorum ama ben yalnızlıkla lanetlenmişim bir kere, yalnızlıkla lanetlenmemle son bulmuyor, hafızamı, gözlerimi bağlamışlar, geçmişimi ve kim olduğumu bilmemi, hatırlamamı engellemişler… Seni daha fazla mutsuz etmemek için, benimde bilmediğim bir yere gidiyorum…
Ama sana aşkımın karşılığı olarak bu güne değin hiç bir kimsenin sahip olamadığı bir hediye bırakıyorum…
Şimdiden sonra aşkımızı düşünüp acı çektiğinde ama yine de seni ölümüne sevdiğimi bilerek mutlu olduğunda, gözlerinde dökülen her damlada bir pınar fışkıracak düştüğü yerden ve ben gözyaşlarında mayalanıp akan her pınarın damlalarında saklı kalacağım...
Ve o gece ilk defa Melikin gözlerinde Aras suyu kırk göze dolup akmış aras ovasında ve Melik buruk bir mutlulukla dünya dündükçe ağlamış.
İşte o gün bu gündür o pınarların gözelerinden içen herkesin yüreğine buruk bir mutluluk bir ferahlık dolmuş, yüreği sevgiyle yanmış; her dilek kabul olmuş, sevenler sevdiğine, hasret çeken analar, babalar çocuklarına kavuşurmuş…
Ve o dağların adı da Ararat olarak kalmış, gözyaşları da Aras suyu olmuş. O günden sonra ne görmüş, ne de haber almış sevdiği Peri kızından. İşte o gün bu gündür Arasın gözyaşları kırkpınar olup akar ve dünya döndükçe de akacak… Bu yüzdendir ki Aras’ın suyundan içen herkesin yüreğine aşk, sevgi, merhamet mutluluk, iyilik dollar. Derler.
İşte o gün bu gündür aras suyu hep kutsaldır. Ağrı dağı Melikin uzaklara bakışını , Aras suyu Peri kızının gözlerinden akan gözyaşlarıdır inanışa göre. Yani tarihi derinliği çok çok eski dönemlere kadar gitmektedir
|
|
 |
|
|
|
BEŞ BİN YILLIK YERLEŞKE
YONTMA TAŞ DEVRİNDEN GÜNÜMÜZE MELEKLİ
bugüne kadar yapılan çeşitli arkeolojik ve prehistorik (tarih öncesi) araştırmalar, bölgedeki yerleşmelerin insanlık tarihi kadar eski olduğunu, bölgenin bir çok medeniyete ve uygarlığa beşiklik ettiğini ortaya koymaktadır. Iğdırın Melekli Beldesi Kültepe mevkiinde bulunan kara obsidiyen taş aletlerle, çakmak taşından yapılmış aletler, mezolitik (yontma taş) devrin bölgede de yaşandığını göstermektedir. Iğdır (Melekli) ile ilgili olarak bugüne kadar yapılan çeşitli arkeolojik araştırmalar sonucu, Iğdır bölgesine ilk yerleşen kavim Orta Asya'dan (M.Ö. 4000) tarihinde gelen Hurriler'dir. Asyanik adı altında isimlendirilen bu toplulukla birlikte gelen diğer kavimler önce insanlık açısından önemli olan polan madenleri ve yazıyı keşfetmişlerdir. Selçuklular, Kayılar gibi bir çok Türk Boyuna ev sahipliği yapan Melekli Urartular Moğollar, Çingizler, İlhanlılar Celayırlılar, Karakoyunlular Akkoyunluların hakimiyetine girmiş, ayrıca Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan ve selçuklu hükümdarı Melikşah’ a da mekan olmuştur. Yukarıdanda anlaşılacağı gibi 5000 yıllık bir tarihi olan melekli beldemizin tarihini korumalı bu hususta açık hava müzesi , kültür sanat galerisi gibi çalışmalar yaparak meleklinin tarihini gelecek nesillere aktarmalıyız. |
|
KIRIM’DAN TÜRKİYE’YE KIRIM TATAR GÖÇLERİ
Doç. Dr. Hakan KIRIMLI
(Bilkent Üniversitesi)
Kırım’dan Türkiye’ye kitle göçleri, esas olarak 1783’de Kırım Hanlığı’nın ortadan kaldırılarak Rusya İmparatorluğu’nun Kırım’ı ilhâkını müteakip gerçekleşmiştir. Bununla birlikte, 1783 öncesinde de Kırım’dan Osmanlı topraklarına pek bilinmese de, azımsanmayacak boyutlarda göçler olmuştur. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti arazisi üzerinde Kırım’dan gayet eski tarihlerde gelmiş insanlara ait muhafaza edilebilmiş veriler mevcuttur. Meselâ, XVI. asrın son çeyreğinde Altın Orda Hanı Toktamış Han tarafından Kırım’dan binlerce Kıpçak’ın (o dönemde henüz Osmanlı hâkimiyetinde olmayan) Kars ve Iğdır havalisine iskân edildiğini biliyoruz. Günümüzde Iğdır ve çevresinde başta MELEKLİ olmak üzere Karakoyunlu ve Taşburun civarında bir çok kırım tatarı yaşamaktadır, bu bölgede çok ünlü bir sülâle olan Hatunoğulları daha Kırım Hanlığı kurulmamışken bölgeye yerleştirilen bu insanların soyundan gelmektedir. bu doğrultuda yapılan bir çok araştırmada (Nihat Çetinkaya) Meleklide kulanılan lehçenin kırım Tatar kıpçak lehçesi olduğu kanıtlanmıştır.
|
|
MELEKLİ İNSANININ DEMOGRAFİK YAPISI:
Melekli Iğdır Merkez ilçeye bağlı yaklaşık 6000 nüfusa sahip bir kasabadır, nüfusunun büyük çoğunluğu yerli TATAR Türklerinden oluşmaktadır, Erivan, Nahçivan, Tebriz, Hoy, Türkleride Meleklide belli bir nüfusa sahiptir, ayrıca bir çok kaynakta Moğolların (Çağataylar) Anadolu seferinden sonra bir kısmının Erivan bölgesine yerleşmesi ve daha sonra buradaki Moğolların 19.Yüzyılın başlarında göç ederek Melekli ye yerleştikleri sanılmaktadır. yapılan bir çok incelemelerde Meleklide konuşulan dil Azerbaycan Türkçesi ağırlıklı olup Kıpçak yada Çağatay lehçesinin yaygın olduğunu anlaşılmaktadır. Melekli nüfusunun büyük bir bölümünü gençler teşkil etmekte ve genellikle sima olarak badem gözlü orta asya halklarını anımsatan görünüşe sahiptirler. |
|
GELENEKLERİNE BAĞLIDIRLAR: Kasaba halkı geleneklerine,örf ve adetlerine oldukça bağlıdır. Misafirperverlik, kasaba halkının önde gelen özelliklerinden biridir. Bu nedenle kasabaya dışarıdan gelen öğretmen, imam, doktor ve hemşireler köylüler tarafından el üstünde tutulur.
1960' li yıllarda köyümüzde iş sıkıntısı olmadığından ve melekli topraklarının verimli olmasından dolayı ığdırın diğer köyleri kadar dışarıya çalışmaya giden fazla olmamıştır. Fakat artan nüfusla birlikte köyümüzde devlet dairelerine yerleşenlerin sayısında üst düzeyde bir artış olmuş ayrıca almanya, isviçre, hollanda, belçika, abd, romanya ve metropol şehirler başta olmak üzere melekli nufusuna kayıtlı 15 binin üzerinde hemşerimiz olduğu bilinmektedir. kısacası gittiğiniz her yerde ve her kamu kuruluşunda bir melekli insanına rastlamanız mümkündür. Melekli kendi sadeliğini koruyarak dışarıdan fazla göç almamıştır.%70 i birbiriyle akraba olan ve kendi aralarında içli dışlı olan bu güzide kasabada her türlü yardımlaşmanın had safhaya ulaşmış olması ayrı bir güzellik ve neşe kaynağıdır Melekli insanı Iğdır ve çevresinde orta Asya Türk kültürünü en iyi yaşatan belde olarak tanımlanır, devlet geleneklerine oldukça bağlı ve Cumhuriyetçidirler, Nevruz kutlamalarının en iyi yapıldığı yer ve 1930 lu yılardan beri Atatürkün çıkarmış olduğu şapka devriminin Iğdır bölgesinde en çok uygulandığı yer olarak bilinir ayrıca yaşlılar ve gençlerde kılık kıyafet çağımıza uygun ve moderndirler.
GEÇİM KAYNAĞI: Iğdır ovasının en verimli arazilerine sahip olan Melekli genelde tarım ve hayvancılıkla uğraşır büyükbaş hayvancılıkta önemli statüye sahip olan Melekli ayrıca kavun, karpuz, domates, patlıcan, biber, buğday, arpay, mısır , ayçiçeği, elma, kayısı, armut, şeftali, erik ve kavak yetiştiriciliği başlıca geçim kaynaklarındandır, son zamanlarda seracılıkta Iğdır da marka haline gelen melekli nahçivan iran Ermenistan yolu üzerindeki güzergahın belediye tarafından imara açılmas ı ve fabrikaların burada yoğunlaşmasıyla Iğdır ın en önemli sanayi ve yatırım bölgesi haline gelmiştir, son zamanlar Iğdır halkının Melekli asfalt boyunca mesire ve dinlenme alanı olarak marka haline gelen semaver çayları, mangal ve kendin pişir kendin ye tesisleride belde ekonomisine önemli katkı sağlamaktadır. |
|
|
 |
|
|
|
|